Dünyanın var oluşundan itibaren, ilk insan olan Hz. Adem aleyhisselam döneminden beri süregelen çok önemli bir halimiz vardır: O da iyilik yolunda, Dîn-i Mübin-i İslâm yolunda dava üzere Müslümanlar ve insanlar için fayda üretmektir. Toplum dediğimiz oluşumlar kurulmaya başladığı ilk günlerden bu yana, iyilik ve kötülük gibi alışkanlıkları kendi içlerinde barındırırlar. Malûmunuz, iyilik ve kötülük sonradan öğrenilen ve alışkanlık haline gelebilen hareketlerdir. Buradan hareketle şunu söyleyebilir miyiz:
“Kötülük bir alışkanlık ise, alışkanlıklar değişebilir ve doğru yollara yöneltilebilir mi?”
Tarihin farklı dönemlerinde bunları görebilmekteyiz. Mesela, Hicri 625 yılında Uhud Muharebesi’nde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (SAV) amcası olan Hz. Hamzayı şehit eden Vahşi, sonradan Müslüman olmuş ve İslam kervanına katılmıştır. Bu örnekleri İslam tarihinde, Türk tarihinde ve farklı milletlerin tarihlerinde de görebilmekteyiz. İslam Halifesi olan Hz. Ömer’in sırtında un çuvalıyla gizli bir şekilde evlere erzak dağıtması, Osmanlı Devleti’nin ilk tohumlarının atıldığı zamanlarda Osman Bey’in ne kadar yardımsever olduğu, II. Bayezid’in Portekiz’den kaçan Yahudileri Osmanlı topraklarına yerleştirmesi, Sultan Abdülmecid döneminde İrlanda’da vuku bulan büyük kıtlık zamanında patates yardımı yapılması, Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Sultan Alparslan’ın alpleriyle aynı sofrada yemek yiyip ekmeğini bölüşmesi ve günümüzde meydana gelen depremler, yangınlar ve sel felaketlerinde devletimizin ve milletimizin ne kadar yardımsever olduğunu fazlasıyla göstermektedir.
Tabii ki bunun yanında kötülük üzere çalışanlar da maalesef olacaklar. Hatta iyilik kervanı ne kadar büyürse, kötülükler de bir o kadar büyüyüp azgınlıklarına azgınlık katmaktadırlar. Günümüz dünyasında her türlü ahlaksızlık ve cehalet günden güne artıyor. Şiddetin her türlüsü ve cehaletin elbise değiştirir gibi farklı bir boyut kazandığına hepimiz şahit oluyoruz. Tacizler, hakaretler, saygısızlıklar ve daha nicesi. Özgürlük ve demokrasi adı altında yapılan nice adaletsizlikler, cinayetler, haksız yere yapılan her türlü psikolojik ve fiziksel işgaller, sayamayacağımız kadar kötülük. Hâlbuki İslam, bize dünyayı imar ve ihya edin derken, aynı zamanda da bunların karşısında dimdik ve izzetli bir şekilde durun mesajını vermektedir. Onun için bu mesaja kulak verip yardımseverlik yolunda ilerleyen çok sayıda insanımız var, çok şükür.
Yapacakları ömrüne sığmayan, dinlenmek nedir bilmeyen, hayatını bu istikamete adamış nice şahsiyetimiz var. Her anını ilme veren, doğadaki yapraktan bile ilahi bir mesaj çıkaran, sadece İslam’a ve Müslümanlara değil, tüm insanlığa fayda sağlamak uğruna çalışan çok sayıda kardeşimiz var. Beşeri, sosyal ve fenni ilimlerde kendini yetiştiren, teknolojik gelişmeleri çok sıkı takip edip maddiyatı ikinci planda tutan birçok bilim adamımız, doktorumuz, mühendisimiz ve hocalarımız var ve daha nicesi…
Çocuklarımıza, yetimlerimize, öksüzlerimize, ihtiyaç sahiplerine ve bakıma muhtaç olan büyüklerimize ve doğadaki tüm canlılara fayda sağlamak, bizim bu hayata borcumuz, hatta bizi yoktan var eden Rabbimize olan vefa borcumuzdur.
Bu iyilik yapma aşkıyla, fayda üretme arzusuyla alay edip “Yapma, bitiremezsin” diyenler olacaktır. “Boşver, uykularını bu işler için feda etme” deyip yaptığın işleri bırakmanı ya da azaltmanı isteyenler de olacaktır. Hatta şu ünlü sözü bile söyleyecekler:
“Bu ülkeyi sen mi kurtaracaksın?”
Kimse ne yaptığımıza şahit olmasa da, unutmamak lazım ki Allah bizi her an görüyor. Neyi ne için yaptığımızı bilen bir var. Bizi bilenin olduğu yerde uykusuz ya da halsiz kalmak işin sonucuna hiç mi değmez?
Yaptığımız herhangi bir iş, toprağın altında kalmış olsa bile, işimizi samimiyetle, bıkmadan usanmadan doğru bir şekilde yapmak, amir de olsak, memur da olsak, hatta devlet başkanı bile olsak elzemdir. Çünkü o yaptığımız iş, bizim karakterimizi yansıtır. Makamlar gelir geçer. Sonunda sadece yaptığımızın sureti kalır. Unutmayın ki Ümmet-i Muhammed içerisinde çok sayıda mazlum, mahsun ve mağdur var. Çalışmadığımız, kendimizi birçok dalda yetiştirmediğimiz, fayda sağlamak için yapmadığımız her şey, her ilim, her nimet, hatta üşenip ertelediğimiz ve keyfi olarak ötelediğimiz her an bizden sorulacaktır. Gönlümüzün rahatsız olduğu her an, aklımızın başka insanların sıkıntılarıyla dopdolu olduğu her an, işte o an da oturmanın vakti değil, her konuda ve her sahada fayda üretmenin vaktidir.
Onun için yapacaklarımız ömrümüzden ve vaktimizden daha çok…
Vesselam…