Günümüzde insanların en çok şikâyet ettiği meselelerden biri de hiç şüphesiz “zaman”dır. Bu öyle bir hâl almıştır ki artık herkes gün içinde zamanın yeterli gelmediğinden, yirmi dört saatin azlığından yakınıp durmaktadır. Etrafımda, eşimden dostumdan dahi o kadar duydum ki “Zamanım yok, zaman yetmiyor” gibi cümleleri, düşünmeye başladım. Yirmi dört saat gerçekten bu kadar mı yetersizdi? Bu insanlar yakınmakta eğer gerçekten haklılarsa onca bilim-ilim insanı, dünyaya yararlı işler yapan onca şahsiyet bu durumla nasıl başa çıkmışlardı? Bakınız, sanki gün yalnızca bize yirmi dört saat de başkalarına elli dört saatmiş gibi nasıl da nefis tuzağına düşüyoruz!
Geçenlerde bir dosttan “Ah, zaman asla yetmiyor! Hiçbir işimi yetiştiremiyorum” manasına gelen sözler duydum. Sabahları saat kaçta uyandığını sorduğumda ise özellikle hafta sonları güne 14.00 veya 15.00 sularında başladığını, bazen 16.00 bile olabildiğini söyledi. Ne yazık, ne yazık! Öğleden sonra uyanmak nedir Allah aşkına? Bu ne İslam’a uyar ne de şimdilerde elit gezinenlerin dilinden düşmeyen o biyolojik saate. Gün biterken kalkmak nasıl da manasız, mantıksız bir şey. Dostlar, zamandan yakınan pek çok insanın gerçeği bu. Artık bazı gerçeklerle yüzleşmenin vakti gelmedi mi?
Sabah namazını kıldıktan sonra geri yatmayıp da güne o vakitte başlamayı alışkanlık edindiğimden beri hiç zamandan yakındığımı hatırlamam. Yatsı namazıyla yatıp sabah namazıyla kalkmak –teheccüdü vs. saymazsak tabii- Müslüman olduğunu iddia eden insan için bir zorunluluk aslında. Bunu, güne sabah namazıyla başlama alışkanlığını edindikten kısa bir süre sonra anladım. Aslında zaman ne çokmuş, Yaratıcı’nın ne kıymetli nimeti imiş de ben farkında değilmişim. Gerçekten, ciddi anlamda yoğun olduğum günlerde dahi bütün işlerimi bitirmem öğle ezanını bulmuyor elhamdülillah. Kahvaltı ettim, evi toparladım, dip köşe temizlik yaptım, biraz dinlendikten sonra kitap okudum, ders çalıştım diyorum; bakıyorum ki saat daha bir bile olmamış. Ah ne büyük bir nimetmiş şu zaman arkadaş. Ve de ne kadar bolmuş! Kıymetini bilene…
O yüzden diyorum ki, zamanın yetersizliğinden yakındığımızda şunu bir aklımıza getirelim: Gün, herkese yirmi dört saat. Ve bu yirmi dört saat içinde çalışıp atomu parçalamış insanlar var ya hu! Kapı kapı gezen, ilim dağıtanlar var. Soluklanmaya dahi vakit bulamayacak kadar yoğun çalışan, insanlığa hizmet edenler var. Zaman, Rabbimizin en bol dağıttığı nimetlerinden bence. Çabuk geçtiği doğru, evet, ama bize onun peşinden koşmak öğütlenmiştir. Müslüman’a zamanı iyi değerlendirmek çok yakışır. Her bir saniyesini kovalamak, her bir dakikanın nabzını tutmak… “Bir saate ne kadar iyilik, güzellik sığdırabilirim; bir günde ne kadar faydalı işler yapabilirim” diye düşünmek öyle güzel ki. İnanın bana zaman için şükretmeye başladığınızda gönlünüzde bulunan yüklerin hafiflediğini dahi fark edeceksiniz. Çünkü zaman, kıymetini bilmeyen için pekala ağır bir yüktür ve siz bu yükten kurtulmuş, ferahlamış olacaksınız inşallah.
Güne Rabbimizin belirlediği saatte, sabah namazı ile başlayın ve hayatınızdaki değişimleri izlemeye koyulun. Bu kadar da net… Bir süre sonra bizlere bolca vakit veren Rabbe şükrederken bulacaksınız kendinizi. İsyandan şükre ilerlemek işte bu kadar kolay.
“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu buyruklar, ibret ve öğüt almasını bilenlere bir hatırlatmadır.” (Hud,114)
Kusurumuz var ise affola, sağlıcakla kalın…