Ben yüreği prangalanmış hayatlarla baş koydum ölümsüzlük yollarına.
Yanımı, yamacımı mesken bekleyen binlerce hüdhüd kuşu hepsi toplaşıp ağıt yakarlar senin feryatlarına. Bir bülbülün her seher vakti inim inim dinlediğini duyarsan şayet, bil ki bir kuşun kanadı kırılmıştır, bir kuşun yüreği sökülmüştür acımasız cellatlar elinde. Bahara hazırlık yapacakken, sonbaharın tozlu rüzgarına direnen bir ağaç görürsen şayet bil ki o kuş mütemadiyen kanat çırpıyordur semanın deliksiz maviliğinde. Musalla taşının üstünde usul usul can verdiğimi görürsen şayet, bil ki bülbül susmuş, kuş uçmuş, güller yerle yeksan olmuştur.
İnsanı tüm şefkatine rağmen katılaştıran, ihtiyacına rağmen içine kapanan hallerinden daha acı bir şey bulamadım…
Göğsündeki kelime yığınına rağmen sessiz, gözlerindeki merak ışıltısına rağmen endişeli hallerinden daha acı bir şey tanımadım. Kuşkularını avucunda uçmamasını istediği bir kuş gibi tutuyor. Evet kuşkular kuş gibidir, uçup kaybolmak ister menzilimizde. Paranoyak davranışlar mükemmel oluşun üstüne çökmüş dev kaya parçaları gibi. Mükemmellik ağır yaralı, kangren olmuş nazik duygular.
Ey insan! Seni bu hale getiren nedir?
Zamanın, maddi oluşumların kıymetinin daha üstün olduğu zannedilen bölümündeyiz. Sonraki nesillere bir hınç malzemesi olarak bırakacağı, hepsini bu dünyanın karmaşıklığına bırakacağı birikimler için kendisini yiyip bitiriyor insan. Bir hırs yumağında yitip gidiyor insan. Hırs, dünyaya ait lezzetlerin çokluğu ve hatta sonsuzluğu için çalışan dişleri çengelli bir mekanizmadır. Kim kapılırsa bitmez onun hesabı. İnsanı hakikatinden saptıran kuvvetli bir dalgadır. Aslına ters düşen davranışlar kara dikenler gibi büyümeye başlar. İnsanı hakikatinden başka görünmeye zorlayan birikimler ne kadar da çetindir…