Birinci Bölüm
ÎMÂNIMIZ ve NAMAZ
Herkes, önce îmân etmelidir
Allahü teâlâ, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamalarını, âhirette
de sonsuz saâdete kavuşmalarını istiyor. Bunun için saâdete sebep olan faydalı
şeyleri yapmayı emretti. Felâkete sebep olan zararlı şeyleri de yasak etti. Allahü
teâlânın birinci emri, îmân etmektir. Îmân etmek, bütün insanlara lâzımdır. Herkes
için îmân zarûridir.
Îmân, lügatta, bir kimseyi tam doğru sözlü bilmek, ona inanmak demektir. İslâmiyette
îmân demek; Muhammed aleyhisselâmın, Allahın peygamberi olduğunu ve Onun tarafından
seçilmiş, haber verici (Nebî) olduğunu doğru bilmek ve inanarak söylemek ve Onun,
Allahü teâlâ tarafından kısaca bildirdiklerine kısaca inanmak ve geniş bildirdiklerine
etraflıca inanmak ve gücü yettikçe (Kelime-i şehâdet) i dil ile de söylemektir.
Kuvvetli îmân şöyledir ki, ateşin yaktığına, yılanın zehirleyip öldürdüğüne yakîn
üzere inanıp kaçtığımız gibi, gönlünden tam olarak, Allahü teâlâyı ve sıfâtlarını
büyük bilerek, Onun rızâsına ve cemâline koşmak ve gazâbından, celâletinden kaçmak
ve îmânı, mermer üzerine yazılan yazı gibi sağlam olarak gönlüne yerleştirmektir.
Îmân, Muhammed aleyhisselâmın söylediklerinin hepsini beğenip, kalbin tasdik etmesi,
ya'nî inanmasıdır. Böylece inanan insanlara (Mü'min) ve (Müslümân) denir. Her
müslümânın, Muhammed aleyhisselâma tâbi olması, Onun gösterdiği yolda yürümesi
lâzımdır. Onun yolu Kur'ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola (İslâmiyyet) denir.
Ona uymak için, önce îmân etmek, sonra müslümânlığı iyice öğrenmek, sonra farzları
edâ edip, harâmlardan kaçınmak, daha sonra sünnetleri yapıp, mekrûhlardan kaçınmak
lâzımdır. Bunlardan sonra, mübahlarda da Ona uymağa çalışmalıdır.
Dînimizin temeli îmândır. Îmânı olmayanların hiçbir ibâdetini ve iyiliğini, Allahü
teâlâ beğenmez ve kabul etmez. Müslüman olmak isteyen kimse, önce îmân etmeli,
sonra guslü, abdesti, namazı ve lâzım oldukça diğer farzları ve harâmları öğrenmelidir.
Îmân Doğru Olmalıdır
Duygu organlarının ve aklın kavradıkları bilgiler, îmâna kavuşmağa yardımcıdır.
Fen ilimleri, âlemdeki nizâmın, düzgünlüğün tesadüfen olmadığını ve bir yaratıcının
bulunduğunu anlamağa, bilmeğe ve îmâna kavuşmağa sebeb olur. Îmân demek, son Peygamber
Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlâdan getirdiği bilgileri öğrenip, inanmak demektir.
İnanılması lâzım gelen bilgilere, akla uyarsa inanırım demek, Peygamberlere inanmamak
demek olur. Din bilgileri, akıl sâhiplerinin buluşları değildir. Peygamberlerin
haber verdiği, bir yaratıcının sıfatlarını ve îmân edilecek bütün hususları öğrenip
öyle inanmalıdır. Doğru ve makbûl bir îmân sâhibi olmak için, ayrıca şu şartlara
da uymalıdır.
1- Îmân devamlı ve sabit olmalıdır. Bir an ayrılmayı düşünmemelidir. Üç sene sonra
müslümânlıktan çıkacağım diyen kimsenin, o andan itibaren îmânı gider, müslümânlıktan
çıkmış olur.
2- Mü'minin îmânı, havf ve recâ arasında olmalıdır. Allahü teâlânın azâbından
korkmalı, fakat rahmetinden bir an ümit kesmemelidir. Her günâhı işlemekten çok
sakınmalı, günahı sebebiyle îmânının gitmesinden korkmalıdır. Bütün günâhları
işlemiş olsa bile Rabbimizin afv edeceğinden hiç ümit kesmemelidir. Günahları
için tevbe etmelidir. Çünkü tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur.
3- Can boğaza gelmeden önce îmân etmiş olmalıdır. Can boğaza gelince, âhıretin
bütün halleri gösterilir. O zaman bütün kâfirler îmân etmek isterler. Halbuki
îmânın gaybî olması lâzımdır. Görmeden inanmalıdır. Görülen şeye îmân edilmiş
olmaz. Fakat bu anda, mü'minlerin tevbesi kabul olunur.
4- Güneş batıdan doğmadan önce îmân etmelidir. Kıyâmetin büyük alâmetlerinden
birisi de, güneş batıdan doğacaktır. Bunu gören bütün insanlar, îmân edecekler.
Fakat bu îmânları kabul olmayacaktır. Çünkü artık tevbe kapısı kapanmış olur.
5- Allahü teâlâdan başka kimsenin gaybı, gizli olan şeyleri bilmediğine inanmalıdır.
Ya'nî gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Bir de Onun bildirdikleri bilir. Melekler,
cinniler, şeytanlar ve hattâ Peygamberler de gaybı bilemez. Fakat Peygamberlere
ve sâlih kullara gaybtan bilgi verilebilir.
6- Dînin, îmâna ve ibâdetlere ait bir hükmünü zaruretsiz ve kasten red etmemelidir.
İslâmiyyetin emir ve yasaklarından birini hafif görmek, Kur'ân-ı kerîm ile, meleklerle
ve peygamberlerden birisi ile alay etmek ve bunlar ile bildirilenleri bir zorlama
ve zaruret yok iken dil ile inkâr etmek, küfür (inanmamak) olur. Allahü teâlânın
varlığını, melekleri, guslün ve namazın farz olduğunu, ölümle korkutulmak gibi
bir zaruretle reddettiğini söyleyen kâfir olmaz.
7- İslâm dîninin apaçık bildirdiği zaruri bilgilerde şüphe ve tereddüt etmemelidir.
Namaz kılmanın farz, şarap ve diğer alkollü içkileri içmenin, kumar oynamanın,
fâizin, rüşvetin harâm olduğunda şüphe etmek veya meşhur olan bir harâma halâl
demek ve halâl olan şeye harâm demek, îmândan çıkmaya sebep olur.
8- Îmân, İslâm dîninin bildirdiği şekilde olmalıdır. Aklın anladıklarına, felsefecilerin
ve fen taklitçilerinin bildirdiklerine göre inanmak, îmân olmaz. Muhammed aleyhisselâmın
bildirdiği şekilde îmân etmek lâzımdır.
9- Îmân eden, yalnız Allah için sevmeli ve yalnız Allah için düşmanlık etmelidir.
Allahü teâlânın dostları olan müslümânları sevmeli ve İslâmiyyete, eli ve kalemi
ile düşmanlık yapanları sevmemelidir. Bu düşmanlığın yeri kalbdir.
[Müslümân olmayan, gayrimüslim vatandaşlara ve turistlere de güler yüzlü ve tatlı
dilli davranmalıdır. Güzel ahlâkımız ile dînimizi onlara sevdirmeliyiz.]
10- Peygamberimizin ve Eshâbının gösterdiği doğru yoldan ayrılmayan hakîkî müslümânların
îmân ettiği gibi inanmalıdır. Doğru inanmış olmak için, Ehl-i sünnet vel-cemâat
i'tikâdına uygun olarak îmân etmelidir. [Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları,
hakîkî din kitâblarına tâbi' olanlara yüz şehîd sevâbı verilecekdir. Dört mezhebden
herhangi birisinin âlimlerine (Ehl-i Sünnet âlimi) denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin
reîsi, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfedir. Bu âlimler, Eshâb-ı kirâmdan öğrendiklerini
yazmışlar, Eshâb-ı kirâm da, bunlara Resûlullahdan işittiklerini söylemişlerdir.]
EHL-İ SÜNNET İ'TİKÂDI
Müslümân olmanın ilk şartı, îmân etmektir. Doğru îmân ise, Ehl-i Sünnet i'tikâdına
uygun olarak inanmağa bağlıdır. Akıllı olan ve bülûğ çağına giren erkeğin ve kadının
birinci vazîfesi, Ehl-i Sünnet âlimlerinin kitaplarında yazdıkları îmân bilgilerini
öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette Cehennem azâbından kurtulmak,
onların bildirdiklerine inanmağa bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız
bunların yolunda gidenlerdir. Onların yolunda gidenlere (Sünnî) veya (Ehl-i Sünnet)
denir.
Bir hadîs-i şerîfte, (Benim ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yalnız
bir fırka Cehennem azâbından kurtulacak, diğerleri ise helâk olacaklar, Cehenneme
gideceklerdir) buyuruldu. Bu yetmişüç fırkadan herbiri, islâmiyyete uyduğunu iddia
etmekte ve Cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın, kendi fırkası olduğunu
söylemektedir.
Mü'minûn sûresi 54.ncü ve Rûm sûresi 32.nci âyet-i kerîmelerinde meâlen: (Her
fırka, doğru yolda olduğunu sanarak sevinmektedir) buyuruldu. Halbuki, bu çeşitli
fırkalar arasında, kurtulucu olan birinin alâmetini, işâretini, Peygamberimiz
"sallallahü aleyhi ve sellem" şöyle bildirmektedir: (Bu fırkada olanlar,
benim ve Eshâbımın gittiği yolda bulunanlardır). Eshâb-ı kirâmdan birini dahî
sevmiyen, Ehl-i Sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnet i'tikâdında olmayan da,
kâfir veya sapık olur.
Ehl-i Sünnet i'tikâdında olmanın âlametleri:
Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet i'tikâdına uygun îmân eden müslimânlardan râzıdır.
Böyle inanmış olmanın birçok şartları, vardır. Ehl-i sünnet âlimleri, bunları
şöyle açıklamaktadır:
1- Îmânın altı şartına, ya'nî Allahü teâlânın varlığına ve birliğine, eşi ve benzeri
olmadığına, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Âhıret hayatındaki hâllere,
hayr ve şerrin, iyilik ve kötülüğün Allahü teâlâ tarafından yaratıldığına inanmalıdır.
(Bunlar (Âmentü) de bildirilmiştir.)
2- Allahü teâlânın son kitâbı olan Kur'ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğuna
inanmalıdır.
3- Mü'min, kendi îmânından hiç şüphe etmemelidir.
4- Peygamberimize "sallallahü aleyhi ve sellem" îmân edip, hayatta iken
Onu görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmın hepsini çok sevmelidir. Dört halîfesine,
yakın akrabâları olan ehl-i beytine ve muhterem hanımlarından hiçbirine dil uzatmamalıdır.
5- İbâdetleri, îmândan bir parça bilmemelidir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına
inanıp, tembellikle yapmayan mü'minleri kâfir bilmemelidir. Harâmlara ehemmiyyet
vermeyenlerin, hafife alanların, islâmiyyetle alay edenlerin îmânı gider.
6- Ehl-i kıble olduklarını söyleyen, Allahü teâlâya ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâma
inandım dediği halde, yanlış i'tikâtta olanları tekfir etmemeli, kâfir olduklarını
söylememelidir.
7- Açıkca günâh işlediği bilinmeyen her imâmın arkasında namaz kılmalıdır. Bu
hüküm, cuma ve bayram namazlarını kıldıran emirler, vâliler içindir.
8- Müslümânlar, başındaki âmirlerine, idarecilerine isyan etmemelidir. Hurûç,
ya'ni isyan etmek, fitne çıkarmak olur ve çeşitli felâketlere yol açar. Onların
hayırlı iş yapmalarına düâ etmeli ve fısk, günâh işlerinden vazgeçmeleri için
tatlı dil ile nasihat etmelidir.
9- Ayağa giyilen mestin üzerine mesh ederek abdest alınabilmesi dînimizin bir
emridir. Çıplak ayak üzerine mesh edilmez.
10- Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" Mi'râcının, hem rûh
ve hem de beden ile olduğuna inanmalıdır. Mi'râc, bir haldir, ya'nî rü'yada olmuştur
diyenler, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur.
Cennetde mü'minler Allahü teâlâyı göreceklerdir. Kıyâmet gününde, Peygamberler
ve sâlih, iyi zâtlar şefâat edeceklerdir. Kabirde azâb, rûh ve bedene olacaktır.
Evliyânın kerâmeti hakdır. Kerâmet, Allahın sevgili kullarında meydana gelen harikulâde
haller olup, Allahü teâlânın âdeti dışında, ya'nî fizik, kimya ve biyoloji kanunları
dışında ikrâm ve ihsan ettiği şeylerdir ve inkâr edilemiyecek kadar çoktur. Kabirde
rûhlar, diri kimselerin yaptıklarını ve söylediklerini işitirler. Kur'ân-ı kerîm
okumak, sadaka vermek ve hatta bütün ibâdetlerimizin sevâblarını, ölenlerin rûhlarına
göndermek, onlara fayda vermekte, azâblarının hafifletilmesine veya kaldırılmasına
sebep olmaktadır. Bunların hepsine inanmak, Ehl-i Sünnet i'tikâdında olmanın alâmetlerindendir.
ÎMÂNIN ŞARTLARI
Îmânın şartı, altıdır. Bunlar, (Âmentü)de açıklanmıştır. Îmânın, belli altı şeye
inanmak olduğunu, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" bildirmiştir.
Bunun için her müslümân, çocuğuna önce (Âmentü)yü ezberletmeli ve ma'nâsını da
iyice öğretmelidir.
ÂMENTÜ:
(Âmentü billâhi ve Melâiketihi ve Kütübihi ve Rüsûlihi vel-yevmil-âhıri ve bil
kaderi, hayrihi ve şerrihi min Allahi teâlâ vel-ba'süba'del-mevti hakkun, Eşhedü
en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû).
Birinci şart
ALLAHÜ TEÂLÂYA İNANMAK
(Âmentü billâhi) demek, Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inandım, îmân etdim,
kalbimle tasdîk, dilimle ikrâr ettim demektir. Allahü teâlâ vardır ve birdir.
Bir sözünün, lügatta iki çeşit ma'nâsı vardır. Birincisi, sayı bakımından, ikinin
yarısı olup, sayıların evvelidir. Diğeri, ortağı ve benzeri olmamak bakımından
birdir. İşte Allahü teâlâ sayı bakımından değil, ortağı ve benzeri olmamak bakımından
birdir. Ya'nî zâtında ve sıfatlarında hiçbir şekilde Ona ortak yoktur. Bütün mahlûkatın
zât ve sıfatları, kendilerini yaratanın zât ve sıfatlarına benzemediği gibi, yaratanın
zât ve sıfatları da yaratıklardan hiçbirinin zât ve sıfatlarına benzemez. Bütün
mahlûkatın her uzvunun, her hücresinin yaratıcısı, yoktan var edicisi yalnız Allahü
teâlâdır. Allahü teâlânın yüksek zâtının hakîkatını hiçbir kimse bilemez ve bundan
bahsetmek şirktir. Akla ve hayale gelenlerin hepsinden münezzehdir, berîdir. Zâtını
akla, hayâle getirmek câiz değildir. Ancak, Kur'ân-ı kerîmde beyân buyurulan sıfatlarını,
isimlerini ezberleyip, uluhiyyetini bunlarla tasdik ve ikrâr etmelidir. Bütün
sıfatları ve isimleri ezelîdir, ebedîdir. Zâtı, hiç bir yerde durmadığı gibi,
bilinen altı cihetden de münezzehdir. Ya'nî önde, arkada, sağda, solda, üstte,
altta değildir. Onun için ancak "Hâzır ve nâzırdır" söylenebilir.
Allahü teâlânın sıfatları ondörtdür. Altısına Sıfat-ı zâtiyye, sekizine de Sıfat-ı
subûtiyye denir. Bunların ma'nâlarını bilmek ve ezberlemek çok lüzumludur:
SIFAT-I ZÂTİYYE
1- Vücûd: Allahü teâlâ vardır. Varlığı ezelîdir. Vâcib-ül vücûddür, ya'nî varlığı
lâzımdır.
2- Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli yoktur.
3- Bekâ: Allahü teâlânın varlığının sonu yoktur. Hiç yok olmaz. Ortağı olmak muhal
olduğu gibi, zât ve sıfatları için de yokluk muhaldir.
4- Vahdâniyyet: Allahü teâlânın zâtında, sıfatlarında ve işlerinde ortağı, benzeri
yoktur.
5- Muhâlefetün-lilhavâdis: Allahü teâlâ, zâtında ve sıfatlarında hiçbir mahlûkatın
zât ve sıfatlarına benzemez.
6- Kıyâm bi-nefsihi: Allahü teâlâ zâtı ile kâimdir. Mekâna muhtâc değildir. Madde
ve mekân yok iken O var idi. Zirâ her ihtiyaçdan münezzehdir. Bu kâinâtı yokluktan
varlığa getirmeden önce, zâtı nasıl ise sonsuz olarak, hep öyledir.
SIFAT-I SUBÛTİYYE
1- Hayât: Allahü teâlâ diridir. Hayâtı, mahlûkların hayatına benzemeyip, zâtına
lâyık ve mahsûs olan hayât, ezelî ve ebedîdir.
2- İlm: Allahü teâlâ herşeyi bilir. Bilmesi mahlûkâtın bilmesi gibi değildir.
Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezelî ve ebedîdir.
3- Sem': Allahü teâlâ işitir. Vâsıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine
benzemez. Bu sıfatı ve her sıfatı ezelî ve ebedîdir.
4- Basar: Allahü teâlâ görür. Aletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir.
5- İrâdet: Allahü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey Onun dilemesi
ile var olur. İrâdesine engel olacak hiç bir kuvvet yoktur.
6- Kudret: Allahü teâlâ, herşeye gücü yeticidir. Hiçbirşey Ona güç gelmez.
7- Kelâm: Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi âlet, harfler, sesler ve dil ile
değildir.
8- Tekvîn: Allahü teâlâ yaratıcıdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi O yaratır.
Allahü teâlâdan başkası için yaratıcı dememelidir.
Allahü teâlânın sıfatlarının hakîkatlerini anlamak da muhâldir. Hiçbir kimse ve
hiçbirşey Allahü teâlânın sıfatlarına ortak ve benzer olamaz.
İkinci şart
MELEKLERE İNANMAK
Ve melâiketihi: Allahü teâlânın meleklerine inandım. Allahü teâlânın kullarıdırlar.
Hepsi Allahü teâlânın emirlerine itâat ederler. Günâh işlemezler. Erkek ve dişi
değildir. Evlenmezler. Diridirler. Yimezler, içmezler, uyumazlar. Nûrânî cisimdirler,
akıllıdırlar. En üstünleri dört tânedir.
1- Cebrâil aleyhisselâm: Vazîfesi Peygamberlere vahy getirmek, emir ve yasakları
bildirmektir.
2- İsrâfil aleyhisselâm: Sûr'a üfürmekle vazîfelidir. Birinci üfürmesinde hâsıl
olan sesi işiten Allahü teâlâdan başka her diri ölecek, ikincisinde hepsi tekrâr
dirilecekdir.
3- Mikâil aleyhisselâm: Rızk gönderilmek, ucuzluk, bolluk, kıtlık, pahalılık ve
her maddeyi hareket ettirmekle vazîfelidir.
4- Azrâil aleyhisselâm: İnsanların rûhunu alan budur.
Bunlardan sonra dört sınıf melek vardır. Hamele-i Arş denen melekler dört tânedir.
Huzûr-i ilâhide bulunan meleklere, Mukarrebîn denir. Azâb meleklerinin büyüklerine
Kerûbiyân, rahmet meleklerine Rûhânîyân denir. Cennet meleklerinin büyüğünün adı
Rıdvân, Cehennem meleklerinin büyüğünün adı Mâlik dir. Cehennem meleklerine Zebânî
denir. Sayısı en çok olan mahlûk meleklerdir. Göklerde, meleklerin ibâdet etmedikleri
boş bir yer yoktur.
Üçüncü şart
KİTAPLARA İNANMAK
Ve kütübihi: Allahü teâlânın indirdiği kitaplara inandım, demekdir. Allahü teâlâ
bu kitapları, ba'zı peygamberlere melekle okutarak, ba'zılarına ise, levha üzerine
yazılı olarak ba'zılarına da, meleksiz işittirerek, indirdi. Hepsi Allahü teâlânın
kelâmıdır. Ezelî ve ebedîdirler. Mahlûk değildirler.Hepsi hakdır. Semâvî kitaplardan
bize bildirdikleri yüzdörttür. Bunlardan on suhuf, Âdem aleyhisselâma, elli suhûf,
Şît aleyhisselâma, otuz suhûf, İdris aleyhisselâma, on suhûf, İbrâhim aleyhisselâma,
Tevrat, Mûsâ aleyhisselâma, Zebûr, Dâvûd aleyhisselâma, İncîl, Îsâ aleyhisselâma,
Kur'ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma inmiştir.
Allahü teâlâ, insanların dünyada huzur içinde yaşamaları, âhırette de sonsuz saâdete
kavuşmaları için, ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan, son peygamber
Muhammed aleyhisselâma kadar, birçok Peygamber vasıtası ile kitaplar göndermiştir.
Bu kitaplarda, îmân ve ibâdet esaslarını açıklamış, insanların muhtaç oldukları
her hususta bilgi verilmiştir.
Bunlardan Kur'ân-ı kerîm, son ilâhî kitaptır. Kur'ân-ı kerîmin gönderilmesinden
sonra, diğer bütün ilâhi kitâpların hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Cebrâil
aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerîmi, Muhammed aleyhisselâma yirmiüç senede getirmişdir.
Kur'ân-ı kerîm, 114 sûre, 6236 âyettir. Bu rakamın ba'zı kitaplarda değişik yazılması,
bir uzun âyetin birkaç âyet sayılmasındandır. Çünkü, Kur'ân-ı kerîm indirildiğinden
beri hiçbir değişikliğe uğramamış, bundan sonra da uğramıyacaktır. Kur'ân-ı kerîm,
Allah kelâmıdır. Böyle bir kitâbın insanlar tarafından yapılması mümkün değildir.
Bir âyeti gibi bile söylemek mümkün olamamıştır. Peygamberimizin âhırete teşrîflerinden
sonra, birinci halîfesi olan hazret-i Ebû Bekr-i Sıddık "radıyallahü anh",
Kur'ân-ı kerîmin âyetlerini bir araya toplattı. Böylece bir "Mushaf"
meydana geldi. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu mushafın Allah kelâmı olduğunu sözbirliği
ile bildirdiler. Üçüncü halîfe Osman "radıyallahü anh", bu mushafdan
altı tâne daha yazdırdı. Ba'zı vilâyetlere gönderdi.
Kur'ân-ı kerîmi aslı üzere okumak lâzımdır. Başka harflerle yazılmış olanlara
Kur'ân-ı kerîm denmez.
a) Mushafı eline alırken, abdestli olmalı, kıbleye karşı oturup, dikkat ile okumalıdır.
b) Ağır ağır, anlıyarak okumalıdır.
c) Mushafa bakarak, her âyetin hakkını vererek okumalıdır.
d) Tecvîd kâidelerine göre okumalıdır.
e) Okuduğunun Allah kelâmı olduğunu düşünmelidir.
f) Kur'ân-ı kerîmin emir ve yasaklarına uymalıdır.
(SONRAKİ SAYFA)