İSLÂMIN ŞARTLARI

İslâm dînine girmiş olanlara, ya'nî müslümânlara farz olan, muhakkak yapılması gereken beş esas vazife vardır:

1- İslâmın şartlarından birincisi (Kelime-i şehâdet) getirmektir.

Kelime-i şehâdet getirmek demek, (Eşhedü en lâ ilâha illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh) söylemektir. Ya'nî âkıl ve bâliğ olan ve konuşabilen kimsenin, (Yerde ve gökte, Allahdan başka, ibâdet edilmeğe hakkı olan ve tapılmağa lâyık olan hiçbirşey ve hiçbir kimse yoktur. Hakîkî ma'bûd ancak, Allahü teâlâdır). O, vâcib-ül-vücûddür. Her üstünlük Ondadır. Onda hiçbir kusûr yokdur. Onun ismi (Allah) dır, demesi ve buna kalb ile kesin olarak inanmasıdır. Ve yine, o gül renkli, beyâz kırmızı, parlak, sevimli yüzlü ve kara kaşlı ve kara gözlü, mübârek alnı açık, güzel huylu, gölgesi yere düşmez ve tatlı sözlü, Arabistanda Mekkede doğduğu için Arab denilen, Hâşimî evlâdından (Abdüllahın oğlu Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın kul u ve resûlüdür, ya'nî Peygamberidir). Vehebin kızı olan hazret-i Âminenin oğludur.

2- İslâmın beş şartından ikincisi, şartlarına ve farzlarına uygun olarak, hergün beş kerre (Vakti gelince) namaz kılmakdır.

Her müslimânın, her gün, vaktleri gelince, beş kerre namaz kılması ve herbirisini vaktinde kıldığını bilmesi farzdır. Namazları; farzlarına, vâciblerine, sünnetlerine dikkat ederek ve gönlünü Allahü teâlâya vererek, vaktleri geçmeden kılmalıdır. Kur'ân-ı kerîmde, namaza (Salât) buyuruluyor. Salât; lügatde insanın düâ etmesi, meleklerin istigfâr etmesi, Allahü teâlânın merhamet etmesi, acıması demekdir. İslâmiyyetde (Salât) demek; ilmihâl kitâblarında bildirildiği şeklde, belli hareketleri yapmak ve belli şeyleri okumak demekdir. Namaz kılmağa (İftitâh tekbîri) ile başlanır. Ya'nî erkeklerin ellerini kulaklarına kaldırıp göbek altına indirirken, (Allahü ekber) demeleri ile başlanır.Son oturuşda, başı sağ ve sol omuzlara döndürüp, selâm verilerek bitirilir.

3- İslâmın beş şartından üçüncüsü, (Malının zekâtını vermekdir).

Zekâtın lügat ma'nâsı, temizlik ve övmek ve iyi, güzel hâle gelmek demekdir. İslâmiyyetde zekât demek; ihtiyâcından fazla ve (Nisâb) denilen belli bir sınır mikdârında (Zekât malı) olan kimsenin, malının belli mikdârını ayırıp, Kur'ân-ı kerîmde bildirilen müslimânlara, başa kakmadan vermesi demekdir.Zekât, yedi sınıf insana verilir. Dört mezhebde de, dört dürlü zekât malı vardır:Altın ve gümüş zekâtı, ticâret malı zekâtı, senenin yarıdan fazlasında çayırda otlıyan dört ayaklı kasab hayvanları zekâtı ve toprak mahsûlleri zekâtıdır.Bu dördüncü zekâta (Uşr) denir.Yerden mahsûl alınır alınmaz uşr verilir. Diğer üç zekât, nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra verilir.

4- İslâmın beş şartından dördüncüsü, (Ramezân-ı şerîf ayında, hergün oruc tutmakdır).

Oruc tutmağa (Savm) denir. Savm, lügatde, birşeyi birşeyden korumak demekdir. İslâmiyyetde, şartlarını gözeterek, Ramezân ayında, Allahü teâlâ emr etdiği için, hergün üç şeyden kendini korumak demekdir.Bu üç şey; yimek, içmek ve cimâ'dır. Ramezân ayı, gökde hilâli [yeni ayı] görmekle başlar.Takvîmle önceden hesâb etmekle başlamaz.

5- İslâmın beş şartından beşincisi, (Gücü yetenin, ömründe bir kerre hac etmesidir).

Yol emîn ve beden sağlam olarak, Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bırakdığı çoluk-çocuğunu geçindirmeğe yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kerre,Kâ'be-i mu'azzamayı tavâf etmesi ve Arafât meydânında durması farzdır.

Yukarıda bildirilen, islâmın beş şartından en üstünü, (Kelime-i şehâdet) söylemek ve ma'nâsına inanmakdır.Bundan sonra üstünü, namaz kılmakdır. Dahâ sonra, oruc tutmak, dahâ sonra, hac etmekdir. En sonra, zekât vermekdir.Kelime-i şehâdetin en üstün olduğu, sözbirliği ile bellidir. Geri kalan dördünün üstünlük sırasında, âlimlerin çoğunun sözü, yukarıda bildirdiğimiz gibidir. Kelime-i şehâdet, müslimânlığın başlangıcında ve ilk olarak farz oldu. Beş vakt namaz, bi'setin onikinci senesinde ve hicretden bir sene ve birkaç ay önce mi'râc gecesinde farz oldu. Ramezân-ı şerîf orucu, hicretin ikinci senesinde, Şa'bân ayında farz oldu. Zekât vermek, orucun farz olduğu sene, Ramezân ayı içinde farz oldu. Hac ise, hicretin dokuzuncu senesinde farz oldu.

Üçüncü Bölüm

NAMAZ KILMAK


Dînimizde, îmândan sonra en kıymetli ibâdet namazdır. Namaz dînin direğidir. Namaz ibâdetlerin en üstünüdür. İslâmın ikinci şartıdır. Arabîde namaza (Salât) denir. Salât, aslında düâ, rahmet ve istiğfar demektir. Namazda, bu üç ma'nânın hepsi bulunduğu için, salât denilmiştir.

Allahü teâlânın en çok beğendiği ve tekrar tekrar emrettiği şey, beş vakit namazdır. Allahü teâlânın, müslümânlara îmân ettikten sonra en önemli emri, namaz kılmaktır. Dînimizde ilk emredilen farz da namazdır. Kıyâmette de, îmândan sonra ilk soru namazdan olacaktır. Beş vakit namazın hesâbını veren, bütün sıkıntı ve imtihanlardan kurtulup, sonsuz kurtuluşa kavuşur. Cehennem ateşinden kurtulmak ve Cennete kavuşmak, namazı doğru kılmaya bağlıdır. Doğru namaz için önce kusursuz bir abdest almalı, gevşeklik göstermeden namaza başlamalıdır. Namazdaki her hareketi en iyi şekilde yapmaya uğraşmalıdır.

İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran hayırlı amel, namazdır. Sevgili Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Namaz dînin direğidir. Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan , elbette dînini yıkar). Namazı doğru kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin, kötü şeyler yapmaktan korunmuş olur. Ankebût sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Doğru kılınan namaz, insanı pis, çirkin ve yasak işleri işlemekten korur) buyuruldu. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır. İslâm âlimleri, (Bir şeyin hepsi yapılamazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır) buyurdu. Sonsuz ihsân sâhibi olan Rabbimiz, görünüşü hakîkat olarak kabûl edebilir. Böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. Böyle bozuk kılacağına doğru kıl demeli, bozuk olanları düzeltmelidir. Bu inceliği iyi anlamalıdır.

Namazları cemâat ile kılmalıdır. Cemâat ile kılmak, yalnız kılmaktan daha çok sevâbtır. Namazda her uzvun tevâzu göstermesi ve kalbin de, Allahü teâlâdan korku üzere olması lâzımdır. İnsanı dünyâda ve âhırette felâketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır.

Allahü teâlâ, Mü'minûn sûresinin başında meâlen, (Mü'minler herhalde kurtulacaktır. Onlar, namazlarını huşû' ile kılandır) buyurdu.

Tehlike, korku bulunan yerde yapılan ibâdetin kıymeti kat kat daha çok olur. Düşman saldırdığı zaman, askerin ufak bir iş görmesi, pek çok kıymetli olur. Gençlerin ibâdet etmeleri de, bunun için daha kıymetlidir. Çünkü, nefislerinin kötü isteklerini kırmakta ve ibâdet yapmama isteğine karşı gelmektedirler.

Gençlik çağında, insana musallat olan üç düşman, ona ibâdet yaptırmak istemez. Bunlar, şeytan, nefis ve kötü arkadaştır. Genç olan kimse, bunlardan gelen kötü isteklere uymayıp, namazını kılarsa, ibâdetlerini terk etmezse çok kıymetli olur. Yaşlı kimsenin yaptığı ibâdetten kat kat fazla sevâb kazanır. Az ibâdetine çok mükâfat verilir.

Namaz Kimlere Farzdır?

Namaz kılmak, akıllı olan ve bülûğ çağına giren her erkek ve kadın müslümâna farzdır.

Namazın farz olması için üç şart vardır:

1- Müslümân olmak. 2- Akıllı olmak. 3- Bülûğ çağına girmek.

Dînimizde, akıllı olmayan ve erginlik çağına girmemiş olan küçük çocuklar, namaz kılmaktan sorumlu değillerdir. Fakat, anne ve babalar, çocuklarına din bilgilerini öğretmeli ve ibâdet yapmağa alıştırmalıdırlar. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz! Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara müslümânlığı öğretmelisiniz. Öğretmez iseniz mes'ûl olacaksınız.) Başka bir hadîs-i şerîfte de, (Bütün çocuklar müslümânlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları babaları, hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar) buyurdu.

O halde, her müslümânın birinci vazifesi, çocuklarına İslâmiyeti ve Kur'ân-ı kerîm okumasını, namâz kılmasını, îmânın ve islâmın şartlarını öğretmekdir. Çocuğunun müslümân olmasını isteyen, dünyâda ve âhırette rahata, huzura kavuşmasını dileyen anne ve babalar, önce bu vazifesini yerine getirmelidir. Çünkü atalarımız, "Ağaç yaş iken eğilir" demişlerdir. Yaşlanınca eğmeye, bükmeye çalışılırsa, kırılır, zararlı olur.

İslâm bilgileri ve güzel ahlâk verilmeyen çocuk, kötü yoldaki kimselere çabuk aldanır. Anne ve babasına, devletine ve milletine zararlı olur.

Namaz Kılanların Hâlleri

Menkıbe: Hapisten Kurtaran Namaz

Horasan vâlîsi Abdullah bin Tâhir, çok âdil idi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâlîye bildirmişlerdi. Hırsızlardan biri kaçtı. Hirâtlı bir demirci, Nişâpûra gitmişti. Bir zaman sonra, evine dönüp gece giderken, bunu yakaladılar. Hırsızlarla berâber, vâlîye çıkardılar. Hapis edin! dedi. Demirci, hapishânede abdest alıp namaz kıldı. Ellerini uzatıp, (Yâ Rabbî! Beni kurtar! Günâhım olmadığını, ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan, ancak sen kurtarırsın. Yâ Rabbî! Beni kurtar!) diye düâ etti. Vâlî, o gece, rü'yâda, dört kuvvetli kimse gelip, tahtını, tersine çevirecekleri vakit uyandı. Hemen abdest alıp, iki rek'at namaz kıldı. Tekrâr uyudu. Tekrâr, o dört kimsenin, tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde, bir mazlûmun âhı bulunduğunu anladı.

Nitekim, şiir:

Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyaşının seher vakti yaptığını.
Düşman kaçıran süngüleri, çok defa,
Toz gibi yapar, bir mü'minin düâsı.

Yâ Rabbî! Büyük yalnız sensin! Sen öyle bir büyüksün ki, büyükler ve küçükler, sıkışınca, ancak sana yalvarır. Sana yalvaran, ancak murâdına kavuşur.

Hemen, o gece, hapishâne müdürünü çağırıp bir mazlûm kalmış mı, dedi. Müdür, bunu bilemem. Yalnız, biri namaz kılıp, çok düâ ediyor. Göz yaşları döküyor deyince, onu getirtdi. Hâlini sorup anladı. Özür dileyip, hakkını halâl et ve bin gümüş hediyyemi kabûl et ve herhangi bir arzun olunca bana gel! diye ricâ etti. Demirci, hakkımı halâl ettim ve hediyyeni kabûl ettim. Fakat işimi, dileğimi senden istemeğe gelemem, dedi. Niçin, deyince! Çünki, benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultânın tahtını birkaç def'a tersine çeviren sâhibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına götürmekliğim kulluğa yakışır mı? Namazlardan sonra ettiğim düâlarla, beni nice sıkıntıdan kurtardı. Nice murâdıma kavuşturdu. Nasıl olur da, başkasına sığınırım? Rabbim nihâyeti olmıyan rahmet hazînesinin kapısını açmış, sonsuz ihsân sofrasını herkese yaymış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de, vermedi? İstemesini bilmezsen alamazsın. Huzûruna edeble çıkmazsan, rahmetine kavuşamazsın. Şiir:

İbâdet eşiğine, kim ki, bir gece baş kodu.
Dostun lutfu, açar ona, elbette binbir kapu.

Evliyanın büyüklerinden Râbia-i Adviyye "rahmetullahi aleyha", adamın biri, düâ ederken: (Yâ Rabbi, bana rahmet kapısını aç!) dediğini işitince: Ey câhil! Allahü teâlânın rahmet kapısı, şimdiye kadar kapalı mı idi de, şimdi açılmasını istiyorsun? dedi. [Rahmetin çıkış kapısı her zemân açık ise de, giriş kapısı olan kalbler, herkesde açık değildir. Bunun açılması için düâ etmeliyiz!]

İlâhi! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin. Bizi dünyada ve âhırette sıkıntıda bırakma! Muhtaçlara, her şeyi gönderen, yalnız sensin! Dünyada ve âhırette hayırlı, faydalı olan şeyleri, bize gönder! Dünyada ve âhırette, bizi kimseye muhtaç bırakma! Âmin!

Menkıbe: Evi Yanmıştı

Evliyâ-yı kirâmdan Hamîd-i Tavîl, kendi namazgâhında namaz kılıyordu. Evinde yangın çıktı. İnsanlar toplanıp yangını söndürdüler. Hanımı koşup, yanına geldi ve kızarak: "Evin yanıyor. İnsanlar toplanıyor. Yapılacak bu kadar iş var. Sen ise yerinden kımıldamıyorsun" dedi. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, olanların hiç birinden haberim yoktur, dedi.

Allahın dostları, Ona muhabbet ve yaklaşmakta öyle bir dereceye ulaşmışlardır ve dostun münâcâtı lezzetine öyle dalmışlardır ki, kendilerini unutmuşlardır.

Menkıbe: Tenceredeki Su

Eshâb-i kirâmdan Abdullah bin Şehîr "radıyallahü anh" anlatır: Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" yanında namaz kılıyordum. Mübârek göğsünden, ateş üzerinde kaynayan tenceredeki su sesi gibi sesler duyuyordum.

Menkıbe: Ayağındaki Ok

Resûlullahın sevgili damadı hazreti Alî "radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh" namaza durunca, dünya yıkılsa haberi olmazdı.

Şöyle anlatılır: Bir harbte hazreti Alînin "radıyallahü anh" mübarek ayağına bir ok gelip, kemiğe kadar saplanmıştı. Oku asılıp çekemediler. Doktora gösterdiler. Doktor: (Sana aklı gideren, bayıltan ilaç vermeli ki, ancak o zaman ok ayağından çekilir. Yoksa, bunun ağrısına tahammül edilemez) dedi. Emîr'ul-mü'minin hazreti Alî "radıyallahü anh": (Bayıltıcı ilaca ne lüzum var. Biraz sabredin, namaz vakti gelsin, namaza durunca çıkarın) buyurdu. Namaz vakti geldi. Hazreti Alî namaza başladı. Doktor da hazreti Alî efendimizin mübârek ayağını yarıp oku çıkardı. Yarayı sardı. Hazreti Alî "radıyallahü anh", namazını bitirince doktora: (Oku çıkardın mı?) buyurdu. Doktor: (Evet çıkardım) dedi. Hazreti Alî "radıyallahü anh": (Hiç farkına varmadım) buyurdu.

Bunlarda şaşılacak ne var! Nitekim Yûsuf aleyhisselâmın güzelliği karşısında Mısır kadınları hayran olup, kendilerini öyle unutmuşlardı ki, ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı. Eğer Allahü teâlânın huzuru, kendi sevgililerini, kendilerinden haberi olmayacak bir hâle getirirse, buna niçin şaşılsın? Mü'minler de vefât anında Resûlullah efendimizi görüp, ölüm acısını duymayacaklardır.

Menkıbe: Bayıltan İlâç

Evliyâdan olan Âmir-i Kaysın ayağının parmağında cüzzam hastalığı görüldü. Bunu kesmek lâzım dediler. Âmir, karara teslim, kulluğun şartıdır dedi. Kestiler. Birkaç gün sonra, hastalığın bacağına sirâyet etmiş, uyluğuna ulaşmış olduğunu gördüler. Bu ayağı kesmek lâzım, dînimiz buna izin veriyor dediler. Cerrah (operatör) getirdiler. Bayıltmak için ilâç lâzımdır ki, ağrıyı duymasın, yoksa dayanamaz dediler. Âmir, bu kadar zahmete gerek yok. Güzel sesle Kur'ân-ı kerîm okuyan birisini getirin, Kur'ân-ı kerîm okusun. Yüzümde değişme gördüğünüz zaman, ayağımı kesin, haberim olmaz dedi. Dediği gibi yaptılar. Birisi gelip, güzel sesle Kur'ân-ı kerîm okumaya başladı. Âmir'in yüzünün rengi değişti. Cerrah uyluğunun yarısından bacağını kesti. Dağlayıp bağladı. Kur'ân-ı kerîm okuyan sustu. Âmir kendine geldi ve kestiniz mi? dedi. Kestik dediler. Bacağını kesmişler, dağlamışlar, sarmışlar da, onun haberi olmamışdı. Sonra kesik bacağımı bana verin, dedi. Verdiler. Kaldırdı ve: "Yâ Rabbi, veren sensin. Ben de senin kulunum. Hüküm senin hükmün, kazâ senin kazândır. Bu bir ayaktır ki, eğer kıyâmette emir gelip, hiçbir zaman, bir günaha bir adım atmadın mı? dersen, diyebilirim ki, hiç bir zaman senin emrin olmadan, bir adım atmış, bir nefes almış değilim."

Menkıbe: Namaz İçin Fedâkârlık

Bursa, Osmanlılara geçmeden önce, şehirde oturan rumlardan biri gizlice müslümân olmuştu. Pek yakın bir dostu, bunun sebebini ruma sordu:

"Baba ve dedelerinin dînini nasıl olup da, terkettin?" diye ona sitem etti. Rumun cevabı mânidar olmuştu. Arkadaşına bu durumu şöyle anlattı:

-Bir aralık esir edilen müslümânlardan bir tanesi benim yanıma bırakıldı. Birgün baktım, bu esir kapatıldığı odada eğilip kalkıyordu. Yanına giderek ne yaptığını sordum. Hareketleri bitince ellerini yüzüne sürdü ve bana namaz kıldığını, şâyet müsâde edersem, her namaz için bir altın vereceğini ifâde etti. Ben de tamaha kapıldım. Gün geçtikçe ücreti artırdım. Öyle oldu ki, her vakit için on altın istedim. O da kabul etti. İbâdeti için yaptığı fedâkârlığa hayret ettim. Birgün ona "seni serbest bırakacağım" deyince, çok sevindi ve ellerini kaldırıp; benim için şöyle düâ etti:

"Ey Allahım! Bu kulunu îmân ile şereflendir!" O anda, kalbimde müslümân olmak arzusu meydana geldi ve o kadar çoğaldı ki, hemen (Kelime-i şehâdet) getirerek müslümân oldum.

Dördüncü Bölüm

NAMAZ ÇEŞİTLERİ


Müslümânlara, kılmaları emir edilen namazlar farz, vâcib ve nâfile olmak üzere üçe ayrılır.

Bunlardan;

1- Farz namazlar: Beş vakit namaz, Cuma namazı ve cenâze namazı, farz namazlardır. (Cenâze namazı farzı kifâyedir).

2- Vâcib namazlar: Vitir namazı, bayram namazları, adak olan namaz ve başlanıp yarıda kalan nâfile namazlardır. Kazaya kalan vitir namazını da, kaza etmek vâcibtir.

3- Nâfile namazlar: Beş vakit namazın sünnetleri, terâvih namazı ve sevâb kazanmak niyyeti ile kılınan teheccüd, tehıyyetül-mescid, işrâk, duhâ, evvâbin, istihâre, tesbih namazları gibi namazlar, nâfile namazlardır. Ya'nî kılınması emir değildir. Farz ve vâcib olan namazlardan borcu olmayan bir kimsenin, nâfile ibâdetlerine de sevâb verilir.

BEŞ VAKİT NAMAZ

Namaz, Allahü teâlânın emridir. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde yüzden çok yerde "Namazı kılınız!" buyurmaktadır. Akıllı olan ve bülûğ çağına giren her müslümânın, hergün beş kerre namaz kılması, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde emredilmiştir.

Rûm sûresi onyedinci ve onsekizinci âyet-i kerîmelerinde meâlen: (Akşam ve sabah vakitlerinde Allahı tesbîh edin. Göklerde ve yeryüzünde olanların yaptıkları ve ikindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, Allahü teâlâ içindir) buyuruldu. Bekara sûresi ikiyüzotuzdokuzuncu âyetinde meâlen, (Namazları ve ikindi namazını koruyun! [Ya'nî namazları devamlı kılın!]) buyuruldu. Âyet-i kerîmede geçen tesbih ve hamdin, namaz demek olduğu tefsîr kitâblarında bildirilmiştir. Hûd sûresi yüzondördüncü âyetinde meâlen,

(Gündüzün iki tarafında [öğle ve ikindi vakitlerinde] ve geceye yakın üç vakitde [akşam, yatsı ve sabâh vakitlerinde] gereği üzere namaz kıl! Doğrusu bu hasenât, [beş vakit namazın sevâbı, küçük] günahları mahveder. Bu, ibretle düşünenlere bir nasîhattir) buyuruluyor. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm da buyurdu ki: (Allahü teâlâ kullarına hergün beş kerre namaz kılmayı farz etti. Güzel abdest alıp, bu beş namazı vakitlerinde kılan ve rükû' ve secdelerini iyi yapanları, Allahü teâlâ afv ve magfiret eder).

Beş vakit namaz, kırk rek'at eder. Bunlardan onyedi rek'ati farzdır. Üç rek'ati vâcibdir. Yirmi rek'ati de sünnettir. Şöyle ki;

1- Sabah namazı: Dört rek'attir. Önce, iki rek'at sünneti, sonra iki rek'at da farzı kılınır. Bu sünnet, çok kuvvetlidir. Vâcib diyenler de vardır.

2- Öğle namazı: On rek'attir. Önce, dört rek'at ilk sünneti, sonra dört rek'at farzı, farzdan sonra da iki rek'at son sünneti kılınır.

3- İkindi namazı: Sekiz rek'attir. Önce, dört rek'at sünneti, sonra dört rek'at farzı kılınır.

4- Akşam namazı: Beş rek'attir. Önce üç rek'at farzı, sonra iki rek'at sünneti kılınır.

5- Yatsı namazı: Onüç rek'attir. Önce, dört rek'at sünneti, sonra dört rek'at farzı, sonra iki rek'at son sünneti, bundan sonra da üç rek'at (Vitir namazı) kılınır.

İkindi ve yatsının ilk sünnetleri (Gayr-ı müekkede) dir. Bunların ikinci rek'atlerinde otururken, (Ettehıyyâtü) den sonra (Allahümme salli) ve sonra, (Allahümme bârik) düâları sonuna kadar okunur. Ayağa kalkınca, üçüncü rek'atte, önce Besmele çekmeden, (Sübhâneke) okunur. Halbuki, öğle namazının ilk sünneti (Müekked) dir. Ya'nî, kuvvetle emrolunmuştur. Sevâbı daha çoktur. Birinci oturuşta, farzlarda olduğu gibi, yalnız (Ettehıyyâtü) okunup, sonra üçüncü rek'at için, hemen ayağa kalkılır. Kalkınca, önce Besmele çekip, doğruca (Fâtiha) okunur.

Öğlenin ve yatsının farzından sonra dört rek'at ve akşamın farzından sonra altı rek'at daha kılmak müstehâbdır, çok sevâbtır. Hepsini bir selâm ile veya iki rek'atte birer selâm ile kılabilir. Her iki şekilde de, ilk iki rek'atleri, son sünnetler yerine sayılır. Bu müstehab namazları, son sünnetlerden sonra ayrıca kılmak da olur.

Birinci rek'at namaza durunca, diğer rek'atlar ayağa kalkınca başlar ve tekrar ayağa kalkıncaya kadar devam eder. Son rek'at ise, selâm verinceye kadar devam eder. Çift rek'atlerde ikinci secdeden sonra oturulur.

Herbir rek'atte namazın farzları, vacibleri, sünnetleri, müfsitleri ve mekrûhları vardır. İleriki sahifelerde bunları (HANEFİ) mezhebine göre bildireceğiz.

NAMAZIN FARZLARI

Farz, Allahü teâlânın yapılmasını istediği kesin emridir. Bir ibâdetin farzları yerine getirilmedikçe, o ibâdet doğru olmaz. Namaz kılarken, oniki şartı yerine getirmek farzdır. Bu farzların yedisi namazın dışında, beşi de içindedir. Dışındaki farzlara (Şartlar) denir. İçindekilere de (Rüknler) denir. [Ba'zı âlimler, tahrîme tekbîrinin, namazın içinde olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, namazın şartları da, rüknleri de, altı olmakdadır.]

A) Namazın Dışındaki Farzlar (Şartları):

1- Hadesten tahâret: Abdestsiz olanın abdest alması, cünüp olanın da gusül etmesidir.

2- Necâsetten tahâret: Namaz kılanın, vücûdunu, elbisesini ve namaz kılacağı yeri, kaba ve hafif necâsetten ya'nî dînimizde necs (pis) sayılan şeylerden temizlemektir. (Meselâ; kan, idrar, alkol gibi maddeler, dînimizde pis sayılmaktadır).

3- Setr-i avret: Avret yerini örtmek demektir. Avret yerini örtmek, Allahü teâlânın emridir. Mükellef olan insanın, namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının da bakması harâm olan yerlerine (Avret mahalli) denir. Erkeğin avret yeri, göbeğinden dizi altına kadardır. Kadınların ise, yüz ve ellerinden başka her yeri avrettir.

4- İstikbâl-i kıble: Namaz kılarken kıbleye dönmektir. Müslümânların kıblesi, Mekke-i mükerreme şehrinde bulunan (Kâ'be) nin arsasıdır. Ya'nî yerden arşa kadar o boşluk kıbledir.

5- Vakit: Namazı, vaktinde kılmaktır. Ya'nî namazın vaktinin girdiğini bilmek ve kıldığı namazın vaktini kalbinden geçirmektir.

6- Niyyet: Namaza dururken kalb ile niyyet etmektir. Yalnız ağız ile söylemeye niyyet denmez. Namaza niyyet etmek demek, ismini, vaktini, kıbleyi, cemâatle kılınıyorsa imâma uymayı, kalbden geçirmek demektir. Niyyet, başlama tekbiri söylenirken yapılır. Tekbirden sonra edilen niyyet, geçerli değildir ve o namaz kabul olmaz.

7- Tahrîme tekbiri: Namaza dururken "Allahü ekber" demektir. Bu başlama tekbirine (İftitah tekbiri) de denir. Başka kelime söylemekle, tekbir alınmış olmaz.

B) Namazın İçindeki Farzlar (Rüknleri):

Namaza durunca yerine getirilecek beş farz vardır. Bu beş farzdan her birine (Rükn) denir. Namazın içindeki farzlar şunlardır:

1- Kıyam: Namaza başlarken ve kılarken ayakta durmak demektir. Ayakta duramayan hasta, oturarak kılar. Oturarak kılamayan yatarak îmâ ile kılar.

2- Kırâat: Ağızla okumak ma'nâsına gelir. Namazda, Kur'ân-ı kerîmden sûre veya âyet okumaktır.

3- Rükû: Kırâattan sonra, elleri dize koyup eğilmektir. Rükûda, en az üç kere (Sübhâne rabbiyelazîm) denir. Doğrulurken (Semi'allahü limen hamideh) denir. Doğrulunca da, (Rabbenâ lekel-hamd) denir.

4- Secde: Rükûdan sonra yere kapanmak demektir. Secde, arka arkaya iki kerre elleri, alnı ve burnu yere koyup kapanmaktır. Her bir secdede en az üç kerre (Sübhane rabbiyel-a'lâ) denir.

5- Ka'de-i âhıre: Son rek'atta (Ettehıyyâtü) 'yü okuyacak kadar oturmaktır. Buna (son oturuş) da denir.

Namazın büyük bir iş ve ibâdetlerin en önemlisi olduğu, şartlarının bu kadar çok olmasından anlaşılmaktadır. Ayrıca, vâcibleri, sünnetleri, müstehabları, mekrûhları, müfsidleri de bunlara eklenirse, kulun Rabbinin huzûrunda nasıl bulunacağı, nasıl bulunması lâzım geldiği anlaşılır. Kullar, âciz, güçsüz, zavallı birer mahlûkturlar. Her nefeste, kendisini yaratan, Allahü teâlâya muhtaçtırlar. Namazın kul ile Rabbini ayıran ve kula haddini bildiren bir ibâdet olduğu anlaşılır. İşte bu kitâbımızda bu bilgiler sırası ile anlatılacaktır.

(ÖNCEKİ SAYFA) (SONRAKİ SAYFA)