TERÂVİH NAMAZI

Terâvih namazı erkek ve kadınlar için sünnettir. Ramazan-ı şerîfin her gecesinde kılınır.

Cemaat ile kılınması sünnet-i kifâyedir. Vakti yatsı namazından sonra ve vitrden öncedir. Vitrden sonra da kılınabilir. Meselâ, Terâvih namazının bir kısmına yetişip, imâmla vitr namazını kılan kimse, terâvih namazından, yetişip kılamadığı rek'atları, vitirden sonra kılar.

Kılınmayan terâvih namazı kaza edilmez. Kaza edilirse, nâfile olur. Terâvih olmaz.

Terâvih namazı yirmi rek'attir.

Terâvih nasıl kılınır?

Vitr namazı, yalnız Ramazan ayında cemâat ile kılınır. Terâvih namazını ikişer rek'at olmak üzere, on selâmla ve her dört rek'at sonunda bekleyip tesbîh yaparak kılmak müstehabdır.

Kaza borcu olan, boş zamanlarında, beş vaktin sünnetleri ve terâvih yerine de kaza kılıp, bir ân önce, kazaları bitirip, bu namazları kılmağa başlamalıdır.

Terâvih namazı câmi'de cemâat ile kılınınca, başkaları evde yalnız kılabilir, günâh olmaz. Fakat câmideki cemâat sevabından mahrûm kalır. Evde, bir veya birkaç kişi ile cemâat ile kılarsa, yalnız kılmaktan yirmiyedi kat fazla sevab kazanır. Her iftitâh tekbîrinde niyyet etmek daha iyidir. Yatsıyı cemâatle kılmıyanlar, terâvihi cemâat ile kılamaz. Yatsıyı cemâat ile kılmıyan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra terâvihi cemâat ile kılabilir.

Beşinci Bölüm

YOLCULUKTA NAMAZ


Hanefî mezhebinde olan bir kimse, onbeş günden az kalmak niyyeti ile yüzdört kilometre ve daha uzak bir yere giderse misafir olur.

Seferî veya misafir olmak demek, yolcu olmak demektir. Misafir, dört rek'atli farz namazları iki rek'at kılar. İmâma uyarsa, yine dört rek'at kılar. Misafir imâm olursa, ikinci rek'atın sonunda selâm verir. Sonra cemâat namazlarını tamamlamak için ikişer rek'at daha kılarlar. Seferî olan bir kimse, mest üzerine üç gün, üç gece mesh edebilir. Orucunu bozabilir. Yolcu rahat ise orucunu bozmaması daha iyidir. Kurban kesmesi vâcib olmaz. Cuma namazı da seferî olana farz değildir.

Namaz vaktinin sonunda sefere çıkan kimse bu namazı kılmamış ise, iki rek'at kılar. Fakat vaktin sonunda vatanına gelen, bu vaktin namazını kılmamış ise dört rek'at kılar.

(Ni'met-i islâm) da diyor ki: Nâfile namazları ayakta kılmağa gücü yeterken, oturarak kılmak, her zaman ve her yerde câizdir. Oturarak kılarken, rükû' için bedeni ile eğilir. Secde için, başını yere kor. Lâkin, özrü yok iken nâfileleri oturarak kılana, ayakta kılanın yarısı kadar sevâb verilir. Beş vakit namazın sünnetleri ve terâvih namazı da, nâfile namazıdır. Yolda, ya'nî şehir, köy hâricinde, nâfile namazları hayvan üzerinde kılmak câizdir. Kıbleye dönmek ve rükû' ve secde yapmak lâzım değildir. Îmâ ile kılar. Ya'nî, rükû' için, bedeni ile biraz eğilir. Secde için, bundan dahâ çok eğilir. Hayvan üzerinde fazla necâset bulunması, namaza mâni değildir. Yerde nâfile kılarken yorulanın, bastona, insana, dıvara dayanıp kılması, câiz olur. Kendi yürürken namaz kılmak sahîh değildir.

Farz ve vâcib namazları, şehir hâricinde, ancak özür olunca, hayvan üstünde kılabilir. Özür, inince arkadaşlarının gidip yalnız kalması, canı, malı, hayvanı için, hırsız korkusu olması, yerin çamur olması, hayvana binmekten âciz olmak gibi şeylerdir. Mümkün ise, hayvanı kıbleye karşı durdurup kılar. Mümkün değil ise, hareket cihetlerinde kılar. Hayvan üzerindeki mahmel denilen sandık gibi şeylerin içinde kılmak da, böyledir. Hayvan durdurulup, mahmelin altına direk konursa, (Serîr) , ya'nî masa, kanape gibi olup, yerde kılmak demektir. Kıbleye karşı ayakta kılması lâzım olur.

Gemide namaz kılmak, Ca'fer Tayyâr hazretleri Habeşistana giderken, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" ona öğretdiği gibi, şöyledir: Hareket eden gemide, özrü olmadan farz ve vâcib de kılınır. Gemide cemâat ile kılınabilir. Hareket eden gemide de, îmâ ile kılmak câiz olmayıp, rükû' ve secde yapar. Kıbleye dönmesi de lâzımdır. Namaza başlarken kıbleye karşı durur. Gemi döndükçe, kendisi kıbleye döner. Gemide necâsetten tahâret de lâzımdır. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfeye göre, giden gemide farzları da, özürsüz iken, yerde oturarak kılmak câiz olur.

Deniz ortasında demirlemiş gemi, çok sallanıyor ise, giden gemi gibidir. Az sallanıyorsa, sâhilde duran gemi gibidir. Sâhilde duran gemide farzlar oturarak kılınmaz. Sâhile çıkmak mümkin ise, ayakta kılmak da sahîh olmayıp, karaya çıkıp kılmak lâzımdır. Malı, canı veyâ geminin hareket etmek tehlükesi varsa, gemide ayakta kılması câiz olur."

(İbni Âbidîn) diyor ki: (İki tekerlekli olup da, hayvana bağlanmadan yerde düz duramıyan arabada, dururken de, giderken de, namaz kılmak, hayvan üzerinde kılmak gibidir. Dört tekerlekli araba, dururken serîr, masa gibidir. Hareket ederken ise, hayvan için yukarıda yazılı özürlerle, içinde farz kılınabilir ve arabayı durdurup kıbleye karşı kılar. Durduramazsa, giden gemideki gibi kılar). Hareket esnâsında kıbleye dönemiyen, Şâfi'î mezhebini taklîd ederek, iki namâzı cem' eder. Buna da imkân olmazsa, kıbleye dönmesi sâkıt olur. Sandalyada, koltukta oturarak, îmâ ile namaz kılmak, hiçkimseye câiz değildir. Otobüste, tayyârede namaz kılmak, arabada kılmak gibidir.

Farzları ve vâcibleri, yolculukta zaruret olmadıkça hayvan üzerinde kılmamalıdır. Vasıtaları durdurup, kıbleye karşı ve ayakta kılmalıdır. Bunun için vasıtaya binmeden gerekli tedbirleri önceden almalıdır.

Otobüste, trende, dalgalı denizde kıbleye dönemiyenlerin namazda göğsü kıbleden ayrılırsa namaz bozulur. Farz namazları kılınmış olmaz. Vasıtayı durdurup kıbleye dönemiyenler, yolda oldukları müddetçe Şâfi'î mezhebini taklîd ederek, öğle ve ikindiyi ve akşam ile yatsıyı, cem'edebilir. Ya'nî seferde iken bu iki namazı birbiri arkasına kılar. Çünkü Şâfi'î mezhebinde 80 kilometreden ziyâde süren yolculukta, ikindiyi öğle namazı vaktinde ve yatsıyı akşam namazı vaktinde takdîm ederek kılmak, veyahut öğleyi ikindi vaktine ve akşamı, yatsı namazı vaktine tehîr ederek, iki namazı bir arada kılmak câizdir. Bunun için, Hanefî mezhebinde olan yolda kıbleye dönemiyecek ise, yola çıktıktan sonra, gündüz bir yerde durduğu zaman, öğle vaktinde öğleyi kılınca hemen ikindiyi de kılmalı, gece durulduğu zaman, yatsı vaktinde akşamı ve sonra yatsıyı bir arada kılmalı ve bu dört namaza niyyet ederken (Şâfi'î mezhebini taklîd ederek edâ ediyorum) diye niyyet etmeli, ya'nî kalbinden geçirmelidir. Yola çıkmadan veya yolculuk bittikten sonra, iki vaktin namazı birlikte kılınmaz.

HASTALIKDA NAMAZ

Abdesti bozan şeyin bedenden çıkması, devâmlı olursa, (Özür) denir. İdrâr, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması ve yaradan kan, sarı su akması, ağrıdan, şişden dolayı gözyaşı akması, bir namaz vakti içinde, devâmlı olunca, bu kimse, bu istihâza kanı akan kadın, özür sâhibi olurlar. Tıkamakla, ilâc ile veya namazı oturarak yahut îmâ ile kılarak, bunları durdurmaları lâzımdır. İdrâr kaçıran erkek, idrâr yoluna saracak kadar nebâtî pamuk sokar. Fitil, az olan idrârı emerek, dışarı damlamasına mâni' olur. Böylece, abdest bozulmaz. İdrâr yaparken, fitil kendiliğinden dışarı çıkar, gider. İdrâr çok kaçıyorsa, fazlası fitilden geçerek, dışarı sızar ve abdesti bozulur. Sızan idrârın çamaşırı kirletmemesi lâzımdır. Kadınlar, önlerine dâimâ (Kürsüf) denilen bez koymalıdır. Akıntıyı durduramazlarsa, her namaz vaktinde abdest alıp, namazı öylece kılar. Özür sâhibi olan kimse bir abdest ile, vakit çıkıncaya kadar farz, kaza ve nâfile kılabilirler. Kur'ân-ı kerîmi tutabilirler. Namaz vakti çıkınca, abdesti bozulur. Vakit çıkmadan önce de, özür olan şeyden başka bir sebep ile abdesti yine bozulur. Meselâ, burun deliklerinin birinden kan gelmekde iken abdest alıp, sonra diğer delikten de kan akmağa başlasa, abdesti bozulur. Özür sâhibi olmak için, abdesti bozan şeyin, bir namaz vaktinde devamlı akması lâzımdır. Abdest alıp, o vaktin farzını kılacak kadar bir zemânda akmazsa, özür sâhibi olmaz. Mâlikînin bir kavline göre, bir damla akınca, özür sâhibi olur. Bir kimse özür sâhibi olunca, sonraki namaz vaktlerinde, bir kerre, bir damla gelince, özür sâhibi olması, o vakitlerde de devam eder. Bir namaz vaktinde hiç gelmezse, özür sâhibi olmak biter. Özre sebep olan necâset, elbiseye dirhem miktarından fazla bulaşınca, tekrar bulaşmasına mâni olmak mümkün ise, bulaşmış yeri yıkamak lâzım olur.

Gusül abdesti alınca, hasta olmaktan veya hastalığının şiddetlenmesinden yahut uzamasından korkan, teyemmüm eder. Bu korku, kendi tecrübeleri ile yâhut müslüman, âdil tabîbın (doktorun) söylemesi ile bilinmiş olur. Fıskı, günâh işlemesi dillere düşmüş olmıyan tabîbin sözü de kabûl edilir. Soğuk olup, barınacak yer, suyu ısıtacak şey, şehirde hamam parası bulamamak, hastalığa sebep olabilir. Hanefîde, bir teyemmüm ile, dilediği kadar farz kılabilir. Şâfi'îde, her farz için yeniden teyemmüm eder.

Abdest a'zâsının yarısında yara olan teyemmüm eder. Yara yarıdan azında ise, sağlamını yıkayıp, yarayı mesh eder. Gusülde, bütün beden bir uzv sayıldığı için, bütün bedenin yarısı yara ise teyemmüm eder. Yaralı yer, yarıdan az ise, sağlamını yıkayıp yaraları mesh eder. Yaraya mesh zarar verirse, sargıya mesh eder. Buna da zarar verirse, meshi terk eder. Abdestte ve gusülde, başa mesh zarar verirse, başı mesh etmez. Eli çolak [ekzema, yara] olup, su kullanamıyan teyemmüm eder. Yüzünü, kollarını yere, [kireçli, topraklı, taşlı duvara] sürer. Elleri ve ayakları kesik olanın yüzü de yara ise, namazı abdestsiz kılar. Abdest aldıracak kimse bulamıyan, teyemmüm eder. Çocuğu, kölesi, ücret ile tutduğu kimse, yardıma mecbûrdurlar. Başkalarından da yardım ister. Fakat, onlar yardıma mecbûr değildir. Kadın ve koca da birbirlerine abdest aldırmağa mecbûr değildirler.

Kan aldırarak, sülük tutunarak, yara, çıban olarak, kemiği kırılarak veyâ incinerek sargı [pamuk, gaz bezi üzerine flaster, merhem] koyan, orasını soğuk, sıcak su ile yıkamağa veyâ mesh etmeğe kâdir olamazsa, abdestte ve gusülde, bunların yarıdan fazlası üstüne bir kerre mesh eder. Sargıyı çözmek zarar verirse, altındaki sağlam yerler yıkanmaz. Sargı aralarında görünen sağlam deri kısmları mesh edilir. Sargıyı abdestli olarak sarmak lâzım değildir. Meshden sonra, sargı değişdirilirse, üstüne başkası da sarılırsa, yenisine mesh lâzım olmaz. Ayakta duramıyan veyâ ayakta durunca, hastalığının uzayacağını çok zan eden hasta, namazını oturarak kılıp, rükû' için bedenini biraz eğer. Sonra dikilip, sonra yere secde yapar. Kolayına geldiği gibi oturur. Diz çökmesi, bağdaş kurması, ihtibâ etmesi, ya'nî kaba etleri üzerine oturup kollarını dizlerinin etrâfına halka yapması câizdir. Baş, diz, göz ağrısı hastalık sayılır. Düşmana görünmek korkusu da, özürdür. Ayakta orucu, abdesti bozulan da oturarak kılar. Bir şeye dayanarak ayakta durabilen dayanarak kılar. Ayakta fazla duramıyan, iftitâh tekbîrini ayakta alıp, ağrı hâsıl olunca, oturarak devâm eder.

Yere secde yapmaktan âciz olan, ayakta okuyup, rükû' ve secde için oturarak îmâ eder. Oturup rükû' için biraz, secde için dahâ çok eğilir. Bedenini eğemiyen, başını eğer. Birşey üzerine secde etmesi lâzım değildir. Birşey üzerine secde ederse, secde için, rükû'dan fazla eğilmiş ise, namazı sahîh olursa da, mekrûhtur. Dayanarak oturmak mümkün iken, yatarak îmâ câiz olmaz. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", bir hastayı ziyâret etti. Bunun eli ile yasdığı kaldırıp, üzerine secde ettiğini görünce, yastığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun üstüne secde etti. Odunu da aldı ve (Gücün yeterse, yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne birşey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! Îmâ ederek kıl ve secdede, rükû'dan daha çok eğil!) buyurdu. (Bahr-ür-râık) da bildirildiği üzere, Âlî İmrân sûresinin yüzdoksanbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Namazı, gücü yeten ayakta kılar. Âciz olan oturarak kılar. Bundan da âciz olan yatarak kılar) buyurulmaktadır. İmrân bin Husayn hasta olunca, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buna, (Ayakta kıl! Gücün yetmezse, oturarak kıl! Buna da kudretin olmazsa, yan veyâ sırt üstü yatarak kıl!) buyurdu.

Görülüyor ki, ayakta duramıyan hasta, oturarak kılar. Oturamıyan, yatarak kılar. Sandalyada, koltukta kılmağa izn verilmemiştir. Hastanın ve otobüste, tayyârede gidenin, koltukta, sandalyada kılması islâmiyyete uygun değildir. Cemâate gidince ayakta kılamıyan, evinde ayakta kılar. Yirmi şeyden birinin bulunması, cemâate gitmemek için özür olur. Yağmur, şiddetli sıcak ve soğuk, canına veyâ malına saldıracak düşman korkusu, arkadaşlarının gidip yolda yalnız kalmaktan korkmak, havânın çok karanlık olması, fakîr borçlunun yakalanıp hapis olunmaktan korkması, kör olmak, yürüyemiyecek felci olması, bir ayağı kesik olmak, hasta, kötürüm olmak, çamur, yürüyememek, yürüyemiyen ihtiyar, nâdir bulunan fıkh derisini kaçırmak, sevdiği yemeği kaçırmak korkusu, yolculuğa hareket hâlinde olmak, yerine bırakacak kimse bulunmıyan hasta bakıcı, gece şiddetli rüzgâr, halâya gitmek için sıkışmak. Hastalığının artmasından veyâ uzamasından korkan hasta ve hastası bakımsız kalacak olan hasta bakıcı ve çok ihtiyârlıkdan yürümesi güç olmak, Cuma namazına gitmemek için özürdür. Cemâate yürüyerek gidip gelmek, vâsıtaya binerek gitmekten efdaldir. Câmi'de sandalyada, koltukta oturarak, îmâ ile kılmak câiz değildir. İslâmiyyetin bildirmediği şekilde ibâdet yapmak (Bid'at) olur. Bid'at işlemenin büyük günâh olduğu fıkh kitâblarında yazılıdır.

Birşeye dayanarak oturamıyan hasta, sırt üstü yatarak, sırt üstü yatamazsa, sağ yanına yatarak başı ile îmâ eder. Kıbleye dönemiyen, kolayına gelen cihete doğru kılar. Sırt üstü yatanın başı altına birşey konarak, yüzü kıbleye karşı yapılır. Dizlerini dikmesi iyi olur. Başı ile îmâ edemiyenin namazı kazaya bırakması câiz olur. Namaz arasında hasta olan, gücü yettiği şekilde devam eder. Yerde oturarak kılan hasta namazda iyi olursa, ayakta kılarak devam eder. Aklı, şuuru giden, namaz kılmaz. Beş vakit geçmeden iyi olursa, beş vakti kaza eder. Altı namaz geçerse, hiç kaza etmez.

Îmâ ile de olsa, kılınmayan namazı acele kaza etmek farzdır. Kaza etmeden ölüm hâline gelirse, kılmadığı namazların iskâtı için, bıraktığı maldan fidye verilmesini vasıyyet etmek vâcib olur. Vasıyyet etmezse, velîsinin, hatta yabancının kendi malından iskât yapması câiz olur denilmiştir.

KAZÂ NAMAZLARI

Namaz, beden ile yapılan bir ibâdet olduğundan, başkası yerine kılınamaz. Herkesin kendisinin kılması lâzımdır. Namazları vaktinde kılmaya "Edâ" denir. Herhangi bir zamanda tekrar kılmaya "İâde" denir. Meselâ mekruh olarak kılınan namazın vakti çıkmadan, buna imkân olmazsa, her zaman iâdesi vâcibdir. Farz ve vâcib olan namazı, vakti geçtikten sonra kılmağa "Kazâ" etmek denir.

Bir günlük beş vakit farzı ve vitr namazını kılarken ve kazâ ederken, tertip sâhibi olmak farzdır. Ya'nî, namaz kılarken, sıralarını gözetmek lâzımdır. Beşten fazla kazâsı olmayana (Tertip sâhibi) denir. Cuma farzını, o günün öğle namazı sırasında kılmak lâzımdır. Sabah namazına uyanamayan, hutbe okunurken bile hatırlarsa, hemen bunu kazâ etmelidir. Bir namazı kılmadıkça ondan sonraki beş namazı kılmak câiz olmaz. Hadîs-i şerîfte, (Bir namazı uykuda geçiren veyâ unutan kimse, sonraki namazı cemâat ile kılarken hatırlarsa, imâmla namazı bitirip, sonra önceki namazını kazâ etsin! Bundan sonra, imâmla kıldığını tekrar kılsın!) buyuruldu.

Farzı, kazâ etmek farzdır. Vâcibi kazâ etmek vâcibtir. Sünneti kazâ etmek, emrolunmadı. Hanefî mezhebinin âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki; (Sünnet namazlarının yalnız vaktinde kılınmaları emrolundu. Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz. Bunun için, vaktinden sonra kazâ edilmeleri emr olunmadı. Sabâhın sünneti, vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir. Sabah sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise, hiçbir zaman kazâ edilmez. Kazâ olursa, sünnet sevâbı hâsıl olmaz. Nâfile kılınmış olur.

Farz namazları bilerek ve özürsüz olarak terketmek büyük günâhtır. Vaktinde kılınmayan böyle namazları kazâ etmek lâzımdır. Farz ve vâcib olan bir namazı bile bile kazâya bırakabilmek için, iki özür vardır: Biri, düşman karşısında olmaktır. İkincisi, seferde olan, ya'nî, üç günlük yol gitmeye niyyeti olmasa bile, yolda bulunan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır. Bunlar oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veyâ hayvan üzerinde îmâ ile de kılamadığı zaman, kazâya bırakabilir. Bu iki sebeple farzları kazâya bırakmak, uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günâh olmaz. Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak da sahihtir. Doktorun, ebenin bu özürlerden biri sebebiyle, namazlarını kazaya bırakmalarına, dînimiz izin vermiştir. Fakat, özür bitince, hemen kazâ kılması farz olur. Ancak, harâm olan üç vakitten başka, boş vakitlerinde kılmak şartı ile çoluk çocuğunun rızkını kazanmak, zaruri ihtiyaçlarını temin etmek için çalışacak kadar kazâ kılmayı geciktirebilir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, Hendek muhârebesinin şiddetinden kılamadıkları dört namazı hemen o gece, Eshâb-ı kirâm "radıyallahü anhüm" yaralı ve çok yorgun oldukları halde, cemâat ile kıldı. Sevgili Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki; (İki farz namazı bir araya getirmek büyük günâhlardandır). Ya'nî, bir namazı vaktinde kılmayıp, vaktinden sonra kılmak en büyük günâhtır. Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Bir namazı vakti çıktıktan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ seksen hukbe Cehennemde bırakacaktır.) Bu hukbe, seksen âhıret yıldır. Âhıretin bir günü, dünyânın bin yılı kadardır. Bir vakit namazı, vaktinden sonra kılmanın cezâsı bu olursa, hiç kılmayanın cezâsını düşünmelidir.

Namaz dînin direğidir. Namazı terkeden, dînini yıkmış olur. Kıyâmet günü, îmândan sonra ilk sûal namazdan olacaktır. Allahü teâlâ buyuracak ki, (Ey kulum! Namaz hesâbının altından kalkarsan kurtuluş senindir. Öteki hesapları kolaylaştırırım). Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde, meâlen (Kusursuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (İnsanın Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır).

Bir müslümanın herhangi bir namazı vaktinde kılmaması iki türlü olur:

1- Özür ile kılmamasıdır.

2- Namazı vazife bildiği, önem verdiği halde tenbellikle terk etmesidir.

Farz namazı özrü olmadan, vakti geçtikten sonra kılmak, ya'nî kazaya bırakmak harâmdır.

Namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılmak, büyük günâhtır. Bu günâh, kazâ edince afv olmuyor. Kazâ edince, yalnız namazı kılmamak günâhı afv olur. Bir kimse namazları kazâ etmedikçe, yalnız tevbe ile afv olmaz. Kazâ ettikten sonra tevbe ederse, afv olması ümit edilir.

Tevbe ederken kılmadığı namazları kazâ etmesi lâzımdır. Kazâ etmeye gücü varken, kazâ etmezse, ayrıca büyük bir günâh işlemiş olur. Bu büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır. Çünkü namazı, boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır.

AÇIKLAMA: (Sünnetler Yerine Kaza Kılınır mı?)

Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri (Fütûh-ul gayb) kitâbında diyor ki: Mü'minin en önce farzları yapması lâzımdır. Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra nâfilelerle meşgul olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak ahmaklıktır. Farz borcu olanın sünnetleri kabûl olmaz. Alî ibni Ebî Tâlib "radıyallahü anh" bildiriyor. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Farz kılmayıp, kazası olan kimse, kazasını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez). Abdülkâdir-i Geylânînin yazdığı bu hadîs-i şerîfi şerheden Hanefî mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki: (Bu haber, farz borcu olanların sünnetlerinin ve nâfilelerinin kabul olmıyacağını göstermektedir. Sünnetlerin, farzları tamamlayacağını biliyoruz. Bunun ma'nâsı farzlar yapılırken, bunların kemâllerine sebeb olan birşey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur. Farz borcu olanın kabûl edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz).

Kudüs kâdısı Muhammed Sâdık Efendi, fâite namazların kazâ edilmesini anlatırken, şöyle bildirmektedir: Büyük âlim İbni Nüceym hazretlerine soruldu ki, (Bir kimsenin kazâya kalmış namazları olsa, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini bu namazların kazâlarına niyyet ederek kılsa, bu kimse sünnetleri terk etmiş olur mu?). Cevâbında: (Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünkü beş vakit namazın sünnetlerini kılmaktan maksat, o vakit içinde, farzdan başka bir namaz daha kılmak demektir. Şeytan hiç namaz kıldırmamak ister. Farzdan başka bir namaz daha kılarak, şeytana inat edilmiş, rezil edilmiş olur. Sünnet yerine kaza kılmakta, sünnet de yerine getirilmiş olur. Kaza borcu olanların, her namaz vakti, o vaktin farzından başka namaz kılarak, sünneti yerine getirmek için, kaza kılması lâzımdır. Çünkü çok kimse, kazâ kılmayıp, sünnetleri kılıyor. Bunlar Cehenneme gidecektir. Halbuki, sünnetlerin yerine kaza kılan, Cehennemden kurtulur) buyurdu.

Kazâ Namazları Nasıl Kılınır?

Kazâ namazlarını bir an önce kılarak, ayrıca tevbe de ederek, büyük cezâdan kurtulmalıdır. Bunun için, sünnetleri de kazâ niyyetiyle kılmak lâzımdır. Tenbellikle namaz kılmayanlar, senelerce kazâ borcu olanlar, namaza başladıkları zaman, sünneti kılarken, o vaktin ilk kazâya kalmış namazını kazâ etmeği niyyet ederek kılmalıdır. Bunların, sünnetleri kazâ namazı için niyyet ederek kılması, dört mezhebde de lâzımdır. Hanefî mezhebinde namazı özürsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir. Bu çok büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince bir misli artmaktadır. Çünki, namazı, boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır. Hesâba, sayıya sığmayan bu müthiş günâhdan ve azâbdan kurtulmak için, öğle namazının ilk dört rekât sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış öğlenin farzını niyyet ederek kazâ kılmalıdır. Öğlenin son sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış sabahın farzını niyyet ederek, kazâ kılmalıdır. İkindinin sünnetini kılarken, ikindi farzını niyyet ederek kazâ kılmalıdır. Akşamın sünnetini kılarken, üç rekât akşam farzını niyyet ederek kazâ kılmalıdır. Yatsının ilk sünnetini kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazâya kalmış vitri niyyet ederek üç rekât olarak kazâ kılmalıdır. Böylece her gün, bir günlük kazâ ödenir. Terâvih namazlarını kılarken de, kazâ niyyet ederek, kazâ kılmalıdır. Kaç senelik kazâ namazı varsa, buna, o kadar sene devam etmelidir. Kazâlar bitince, yine sünnetleri, kılmağa başlamalıdır. Vakti varsa, ayrıca her fırsatta kazâ kılıp, bir an önce kazâ borçlarını bitirmelidir. Kılınmıyan kazâların, günâhı, her gün geçtikçe bir misli artmaktadır.

Geçdi gençlik, tatlı bir rü'yâ gibi, ey çeşmim zâr!
Beni mecnûn etdi girye, meskenim olsun mezâr!

Altıncı Bölüm

NAMAZ KILMAYANLAR


Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk "radıyallahü anh" buyuruyor ki, beş namaz vakitleri gelince, melekler der ki: (-Ey Âdem oğulları, kalkınız! İnsanları yakmak için hazırlanmış olan ateşi namaz kılarak söndürünüz.) Bir hadîs-i şerîfte, (Mü'min ile kâfiri ayıran fark, namazdır) buyuruldu. Ya'nî mü'min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfıklar ise, bazan kılar, bazan kılmaz. Münâfıklar, Cehennemde çok acı azâb görecektir. Müfessirlerin şahı, Abdullah ibni Abbas "radıyallahü anhümâ" diyor ki, Resûlullahdan "sallallahü aleyhi ve sellem" işittim. Buyurdu ki: (Namaz kılmayanlar, kıyâmet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır). Hadîs imâmları söz birliği ile bildiriyorlar ki: (Bir namazı, vaktinde âmden kılmayan, ya'nî namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyen, kâfir olur). Veya ölürken îmânsız gider. Ya, namazı hâtırına bile getirmeyenler, namazı vazîfe tanımayanlar ne olur? Ehl-i sünnet âlimleri, sözbirliği ile buyurdular ki, ibâdetler îmândan parça değildir. Yalnız, namazda sözbirliği olmadı. Fıkh imâmlarından, İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel, İshak ibni Râheveyh, Abdullah ibni Mübarek, İbrahim Nehaî, Hakem bin Uteybe, Eyyub Sahtiyânî, Dâvud Tâî, Ebû Bekr ibni Şeybe, Zübeyr bin Harb ve daha birçok büyük âlimler, bir namazı âmden, ya'nî bile bile kılmayan kimse kâfir olur dedi. O halde, ey din kardeşim, bir namazını kaçırma ve gevşek kılma! Seve seve kıl! Allahü teâlâ kıyâmet günü, bu âlimlerin ictihadlarına göre cezâ verirse ne yaparsın?

Hanbelî mezhebinde, bir namazı özürsüz kılmayan, mürted gibi katlolunur. Yıkanmaz, kefenlenmez ve namazı kılınmaz. Müslümânların mezarlığına gömülmez ve mezarı belli edilmez. Dağda bir çukura konur.

Namaz kılmayan kimse, Şâfi'î mezhebinde, mürted olmaz ise de, cezâsı katldir. Namaz kılmıyan için Mâlikî mezhebinin hükümleri Şâfi'î hükümlerinin aynıdır.

Namaz kılmayan, Hanefî mezhebinde, namaza başlayıncaya kadar habsolunur veya kan akıncaya kadar dövülür.

Beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur:

1 - Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını göremez.

2 - Uşrunu vermeyenin tarlasında, kazancında bereket kalmaz.

3 - Sadaka vermiyenin vücudunda sıhhat kalmaz.

4 - Düâ etmiyen arzusuna kavuşamaz.

5 - Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste Kelime-i şehâdet getiremez.

Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki:

"Namazı özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir. Altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden kalkarkendir.

Dünyada olan altı azâb:

1 - Namaz kılmıyanın ömründe bereket olmaz.

2 - Yüzünde, Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kalmaz.

3 - Hiçbir iyiliğine sevâb verilmez.

4 - Düâları kabûl olmaz.

5 - Onu kimse sevmez.

6 - Müslümânların iyi düâlarının buna faydası olmaz.

Ölürken çekeceği azâblar:

1 - Zelîl, kötü, çirkin can verir.

2 - Aç olarak ölür.

3 - Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.

Kabirde çekeceği acılar:

1 - Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.

2 - Kabri ateşle doldurulur. Gece gündüz onu yakar.

3 - Allahü teâlâ kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.

Kıyâmette çekeceği azâblar:

1 - Cehenneme sürükliyen azâb melekleri yanından ayrılmaz.

2 - Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.

3 - Hesabı çok çetin olup, Cehenneme atılır."

(ÖNCEKİ SAYFA) (SONRAKİ SAYFA)