NAMAZ KILANLARIN FAZÎLETLERİ
Namaz kılmanın fazîletlerini ve namaz kılanlara verilecek sevâbları bildiren hadîs-i
şerîfler çoktur. Abdülhak bin Seyfüddîn Dehlevînin (Eşi'at-ül-leme'ât) kitâbında,
namazın ehemmiyetini bildiren hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:
1- Ebû Hüreyre "radıyallahü anh" bildiriyor. Resûlullah "sallallahü
aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Beş vakit namaz ve Cum'a namazı, gelecek Cum'aya
kadar ve Ramazan orucu, gelecek Ramazana kadar yapılan günâhlara keffâretdirler.
Büyük günâh işlemekde n sakınanların küçük günâhlarının afvına sebeb olurlar).
Arada işlenilmiş olan küçük günâhlardan kul hakkı bulunmıyanları yok ederler.
Küçük günâhları afv edilerek bitmiş olanların, büyük günâhları için olan azâblarının
hafiflemesine sebeb olurlar. Büyük günâhların afv edilmesi için tevbe etmek de
lâzımdır. Büyük günâhı yok ise, derecesinin yükselmesine sebeb olurlar. Bu hadîs-i
şerîf, (Müslim) de yazılıdır. Beş vakit namazı kusûrlu olanların afv olmasına,
Cum'a namazları sebeb olur. Cum'a namazları da kusûrlu ise, Ramazan orucları sebeb
olur.
2- Abdüllah ibni Mes'ûd "radıyallahü anh" diyor ki, Allahü teâlânın
ençok hangi ameli sevdiğini Resûlullahdan "sallallahü aleyhi ve sellem"
sordum. (Vaktinde kılınan namaz) buyurdu. Ba'zı hadîs-i şerîflerde ise (Evvel
vaktinde kılınan namazı çok sever) buyurulmuşdur. Ondan sonra hangisini çok sever
dedim. (Anaya-babaya iyilik yapmayı) buyurdu. Bundan sonra da hangisini çok sever
dedim. (Allah yolunda cihâd etmeyi) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, iki Sahîh kitâbda
[ (Buhârî) ve (Müslim) de]da yazılıdır. Başka bir hadîs-i şerîfde (Amellerin en
iyisi, yemek yidirmekdir) buyuruldu. Bir başkasında, (Selâm vermeyi yaymakdır).
Bir başkasında ise, (Gece, herkes uykuda iken namaz kılmakdır) buyurulmuşdur.
Başka bir hadîs-i şerîfde, (En kıymetli amel, elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir).
Bir hadîs-i şerîfde de, (En kıymetli amel, cihâddır) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde,
(En kıymetli amel, hacc-ı mebrûrdur). Ya'nî, hiç günâh işlemeden yapılan hacdır
buyuruldu. (Allahü teâlâyı zikr etmekdir) ve (Devamlı olan ameldir) hadîs-i şerîfleri
de vardır. Süâli soranların hâllerine uygun, çeşidli cevâblar verilmişdir. Yâhud,
zamana uygun cevâb verilmişdir. Meselâ, islâmiyyetin başlangıcında, amellerin
en efdali, en kıymetlisi cihâd idi. [Zamanımızda, amellerin en efdali, yazı ile,
neşriyyât ile, kâfirlere, mezhebsizlere cevâb vermek, Ehl-i sünnet i'tikâdını
yaymakdır. Böyle cihâd edenlere, para ile, mal ile, beden ile yardım edenler de
bunların kazandıkları sevâblara ortak olurlar. Âyet-i kerîmeler, hadîs-i şerîfler,
namazın, zekâtdan, sadakadan dahâ kıymetli olduğunu göstermektedir. Fakat, ölüm
hâlinde bulunana birşey verip, onu ölümden kurtarmak, namaz kılmakdan dahâ kıymetli
olur. Demek ki, başka hâller, şartlar içinde, başka şeyler daha kıymetli olmakdadır.]
3- Übâde bin Sâmit "radıyallahü anh" haber veriyor. Resûlullah "sallallahü
aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Allahü teâlâ, beş vakt namaz kılmağı emr etdi.
Bir kimse, güzel abdest alıp, bunları vaktinde kılarsa ve rükû'larını, huşû'larını
tamam yaparsa, Allahü teâlâ, onu afv edeceğini söz vermişdir. Bunları yapmıyan
için söz vermemişdir. Bunu, isterse afv eder. İsterse azâb yapar). Bu hadîs-i
şerîfi İmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvüd ve Nesâî bildirmişlerdir. Görülüyor ki, namazın
şartlarına, rükû' ve secdelerine dikkat etmek lâzımdır. Allahü teâlâ sözünden
dönmez. Doğru namaz kılanları muhakkak afv eder.
4- Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından Büreyde-i Eslemî "radıyallahü anh"
haber veriyor. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki,
(Sizinle aramızda olan ahd, namazdır. Namazı terk eden kâfir olur). Görülüyor
ki, namaz kılanın müslümân olduğu anlaşılır. Namaza ehemmiyyet vermiyen, namazı
birinci vazife kabûl etmediği için kılmıyan, kâfir olur. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı
Ahmed ve Tirmüzî ve Nesâî ve İbni Mâce bildirmişlerdir. 5- Ebû Zer-i Gıfârî diyor
ki, sonbahâr günlerinden birinde, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem"
ile berâber sokağa çıkdık. Yapraklar dökülüyordu. Bir ağaçdan iki dal kopardı.
Bunların yaprakları hemen döküldü. (Yâ Ebâ Zer! Bir müslümân Allah rızâsı için
namaz kılınca, bu dalların yaprakları döküldüğü gibi, günâhları dökülür) buyurdu.
Bu hadîs-i şerîfi imâm-ı Ahmed haber verdi.
6- Zeyd bin Hâlid Cühenî haber veriyor. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve
sellem" buyurdu ki, (Bir müslümân, doğru olarak ve huşû' ile iki rek'at namaz
kılınca, geçmiş günâhları afv olur.) Ya'nî Allahü teâlâ, onun küçük günâhlarının
hepsini afv eder. Bu hadîs-i şerîfi İmâm-ı Ahmed bildirdi.
7- Abdüllah bin Amr-ibni Âs haber veriyor. Resûlullah "sallallahü aleyhi
ve sellem" buyurdu ki, (Bir kimse, namazı edâ ederse, bu namaz kıyâmet günü
nûr ve burhan olur ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Namazı muhâfaza etmezse,
nûr ve burhân olmaz ve necât bulmaz. Kârûn ile, Fir'avn ile, Hâmân ile ve Übey
bin Halef ile birlikte bulunur.)
Görülüyor ki, bir kimse, namazı farzlarına, vâciblerine, sünnetlerine ve edeblerine
uygun olarak kılarsa, bu namaz, kıyâmetde nûr içinde olmasına sebeb olur. Böyle
namaz kılmağa devâm etmezse, kıyâmet günü adı geçen kâfirlerle beraber olur. Ya'nî,
Cehennemde şiddetli azâb çeker. Ubey bin Halef, Mekke kâfirlerinin azgınlarından
idi. Uhud Gazâsında, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" mübârek
eli ile onu Cehenneme gönderdi. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı Ahmed ile Dârimî bildirmişlerdir.
Beyhekî de, (Şuâ'bül îmân) kitâbında yazmışdır. Tâbi'înin büyüklerinden Abdüllah
bin Şakîk diyor ki, (Eshâb-ı kirâm "radıyallahü anhüm", ibadetler içinde,
yalnız namazı terk etmenin küfr olacağını söylediler). Bunu, Tirmüzî bildirdi.
Abdüllah bin Şakîk, Ömerden, Alîden, Osmândan ve Âişeden "radıyallahü anhüm"
hadîs-i şerîfler rivâyet etmişdir. Hicretin yüzseksen senesinde vefât etmişdir.
8- Ebüdderdâ "radıyallahü anh" diyor ki, çok sevdiğim bana dedi ki,
(Parça parça parçalansan, ateşde yakılsan bile, Allahü teâlâya hiçbir şeyi şerîk
yapma! Farz namazları terk etme! Farz namazları bile bile terk eden müslümânlıkdan
çıkar. Şarâb içme! Şarâb, bütün kötülüklerin anahtarıdır). Bu hadîs-i şerîfi İbni
Mâce bildirdi. Görülüyor ki, farz namazlara aldırış etmeyip terk eden, kâfir olur.
Tenbellikle terk eden, kâfir olmaz ise de büyük günâh olur. İslâmiyyetin bildirdiği
beş özürden biri ile fevt etmek günâh değildir. Şarâb ve alkollü içkilerin hepsi
aklı giderir. Aklı olmıyan, her kötülüğü yapabilir.
9- Abdüllah ibni Ömer "radıyallahü anhümâ" haber veriyor. Resûlullah
"sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Namazlarını vaktleri gelince
hemen kılanlardan Allahü teâlâ râzı olur. Vaktlerinin sonunda kılanları da afv
eder). Bu hadîs-i şerîfi Tirmüzî bildirdi.
10- Ümm-i Ferve "radıyallahü anhâ" haber veriyor. Resûlullaha "sallallahü
aleyhi ve sellem" hangi amelin efdal olduğu soruldu. (Amellerin efdali, vaktinin
evvelinde kılınan namazdır) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı Ahmed, Tirmüzî
ve Ebû Dâvüd bildirdiler. Namaz, ibâdetlerin en üstünüdür. Vakti girer girmez
kılınca, dahâ üstün olmaktadır. Âişe "radıyallahü anhâ" diyor ki, "Resûlullahın
namazını âhır vaktinde kıldığını, iki def'a görmedim". Ya'nî bütün ömründe,
bir kerre, bir namazı vaktinin sonunda kılmışdır.
11- Âişe "radıyallahü anhâ" dedi ki, (Resûlullahın "sallallahü
aleyhi ve sellem" nâfile ibâdetlerden en çok devâm etdiği, sabâh namazının
sünneti idi). Bu haber, hem (Buhârî) de, hem de (Müslim) de yazılıdır. Görülüyor
ki, Âişe "radıyallahü anhâ", beş vakt namazın farzları ile beraber kılınan
sünnet namazlara, nâfile namaz demekdedir.
Büyük islâm âlimi, Allah adamlarının önderi, sapıklara, mezhebsizlere karşı Ehl-i
sünnetin en kuvvetli hâmisi, Allahü teâlânın seçdiği çok sevdiği dîni yayan, bid'atleri
yıkan büyük mücâhid, İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed bin Abdül-ehad
Fârûkî Serhendî "rahmetullahi aleyh", islâm dîninde bir benzeri yazılmamış
olan, (Mektûbât) kitâbının birinci cildi, yirmidokuzuncu mektûbunda buyuruyor
ki:
Allahü teâlânın râzı olduğu işler, farzlar ve nâfilelerdir. Farzların yanında
nâfilelerin hiç kıymetleri yokdur. Bir farzı vaktinde kılmak, bin sene durmadan
nâfile ibâdet yapmakdan dahâ kıymetlidir. Her çeşid nâfile, meselâ namaz, zekât,
oruc, zikr, fikr, hep böyledir. Hattâ bir farzı yaparken, bunun sünnetlerinden
bir sünneti ve edeblerinden bir edebi yapmak da, başka nâfileleri yapmakdan kat
kat dahâ kıymetlidirler. Emîr-ül-mü'minîn Ömer-ül-Fârûk "radıyallahü anh",
birgün sabâh namazını kıldırınca, cemâ'at arasında birisini göremeyip sebebini
sordukda, o her gece nâfile ibâdet yapıyor. Belki uyumuş, cemâate gelememişdir
dediler. (Bütün gece uyusaydı da, sabâh namazını cemâ'at ile kılsaydı, dahâ iyi
olurdu) buyurdu. Görülüyor ki bir farzı yaparken, edeblerinden bir edebi yapmak
ve bir mekrûhundan sakınmak, zikr, fikr ve murâkabadan katkat dahâ kıymetlidir.
Evet bunlar, o edebleri yapmakla ve mekrûhlardan sakınmakla berâber yapılırsa,
elbet çok fâideli olurlar. Fekat onlarsız olunca, bir şeye yaramazlar. Bunun için,
bir lira zekât vermek, binlerce lira nâfile sadaka vermekden dahâ iyidir. O bir
lirayı verirken bir edebini gözetmek, meselâ, yakın akrabâya vermek de o nâfile
sadakadan katkat dahâ iyidir. [Gece namazı kılmak istiyenlerin, kazâ namazı kılmaları
lâzım olduğu buradan anlaşılmakdadır]. (Mektûbât) kitâbı fârisîdir. İmâm-ı Rabbânî
hazretleri, 1034 [m. 1624] senesinde, Hindistânda, Serhend şehrinde vefât etdi.
Hâl tercemesi (Hak Sözün Vesîkaları), (Se'âdet-i Ebediyye) ve (Eshâb-ı Kirâm)
ve fârisî (Berekât) kitâblarında uzun yazılıdır.
NAMAZIN HAKÎKATI
Büyük islâm âlimi Abdüllah-ı Dehlevî "rahmetullahi aleyh" (Mekâtib-i
şerîfe) kitâbının 85.ci mektûbunda buyuruyor ki:
Namâzı cemâ'at ile kılmak ve (Tümânînet) ile kılmak, rükü'dan sonra (Kavme) yapmak
ve iki secde arasında (Celse) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi.
Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır. Hanefî mezhebinin
müftîlerinden (Kâdîhân), bu ikisinin vâcib olduğunu, ikisinden birisini unutunca
(Secde-i sehv) yapmak vâcib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namâzı tekrâr kılmasını
bildirmişdir. Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, vâcibe yakın sünnet demişlerdir.
Sünneti hafîf görerek, ehemmiyyet vermiyerek terk etmek küfrdür. Namâzın kıyâmında,
rükü'unda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zemânında, ayrı
ayrı, başka başka keyfiyyetler, hâller hâsıl olur. Bütün ibâdetler namâz içinde
toplanmışdır. Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek [ya'nî sübhânallah demek],
Resûlullaha salevât söylemek ve günâhlara istiğfâr etmek ve ihtiyâcları yalnız
Allahü teâlâdan istiyerek Ona düâ etmek namâz içinde toplanmışdır. Ağaçlar, otlar,
namâzda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükü' hâlinde, cansızlar da namâzda
(Ka'de) de oturur gibi yere serilmişlerdir. Namâz kılan, bunların ibâdetlerinin
hepsini yapmakdadır. Namâz kılmak, mi'râc gecesi farz oldu. O gece, mi'râc yapmakla
şereflenen, Allahın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namâz kılan bir müslimân,
O yüce Peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaşdıran makâmlarda yükselir. Allahü
teâlâya ve Onun Resûlüne karşı edebi takınarak huzûr ile namâz kılanlar, bu mertebelere
yükseldiklerini anlarlar. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu ümmete merhamet
ederek, büyük ihsânda bulunmuşlar, namâz kılmağı farz etmişlerdir. Bunun için
Rabbimize hamd ve şükr olsun! Onun sevgili Peygamberine salevât ve tehıyyât ve
düâlar ederiz! Namâz kılarken hâsıl olan safâ ve huzûr şaşılacak şeydir. Üstâdım
[Mazher-i Cân-ı Cânân] buyurdu ki, (Namâz kılarken, Allahü teâlâyı görmek mümkin
değil ise de, görür gibi bir hâl hâsıl olmakdadır). Bu hâlin hâsıl olduğunu tesavvuf
büyükleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. İslâmiyyetin başlangıcında namâz Kudüse
karşı kılınırdı. Beyt-ül-mukaddese karşı kılmağı bırakıp, İbrâhîm aleyhisselâmın
kıblesine dönmek emr olunduğu zemân, Medînedeki yehûdîler kızdılar. (Beyt-ül-mukaddese
karşı kılmış olduğunuz namâzlar ne olacak?) dediler. Bekara sûresinin 143. cü
âyet-i kerîmesi gelerek, (Allahü teâlâ îmânlarınızı zâyı' eylemez!) meâlinde buyuruldu.
Namâzların karşılıksız kalmıyacakları bildirildi. Namâz, îmân kelimesi ile bildirildi.
Bundan anlaşılıyor ki, namâzı sünnete uygun olarak kılmamak, îmânı zâyı' etmek
olur. Resûlullah efendimiz "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", (Gözümün
nûru ve lezzeti namâzdadır) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, (Allahü teâlâ namâzda zuhûr
ediyor, müşâhede olunuyor. Böylece gözüme râhatlık geliyor) demekdir. Bir hadîs-i
şerîfde, (Yâ Bilâl "radıyallahü teâlâ anh" ! Beni râhatlandır!) buyuruldu
ki, (Ey Bilâl! Ezân okuyarak ve namâzın ikâmetini söyliyerek, beni râhata kavuşdur)
demekdir. Namâzdan başka bir şeyde râhatlık arıyan bir kimse, makbûl değildir.
Namâzı zâyı' eden, elden kaçıran, başka din işlerini dahâ çok kaçırır.
NAMAZDAKİ ÜSTÜNLÜKLER
İmâm-ı Rabbânî "rahmetullahi aleyh" (Mektûbât) kitâbının birinci cild,
ikiyüzaltmışbirinci mektûbunda buyuruyor ki:
Şurası muhakkak olarak bilinmelidir ki, namaz, İslâmın beş şartından ikincisidir.
Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın beşte bir parçası ise de, bu
toplayıcılığından dolayı, yalnız başına müslümânlık demek olmuştur. İnsanı, Allahü
teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin Efendisi
ve Peygamberlerin "aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vesselâm" en üstünü olana
mi'râc gecesi, Cennette nasîb olan rü'yet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın
hâline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir
ki: (Namaz mü'minlerin mi'râcıdır) buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerîfte, (İnsanın
Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır) buyurulmuştur. Onun yolunda, tam izinde
giden büyüklere o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, yalnız namazda olmaktadır.
Evet, bu dünyada Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir.
Fakat, ona tâbi olan büyüklere, namaz kılarken rü'yetten birşeyler nasîb olmaktadır.
Namaz kılmağı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim
kaldırırdı? Aşıklar ma'şûku nasıl bulurdu? Namaz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir.
Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Rûhun gıdâsı namazdır. Kalbin şifâsı namazdır.
(Ey Bilâl, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emr eden hadîs-i şerîf, bunu
göstermekte, (Namaz, kalbimin neş'esi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûyu
işâret etmektedir. Zevkler, vecdler, bilgiler, ma'rifetler, makamlar, nûrlar,
renkler, kalbdeki telvinler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecellîler,
sıfatlı ve sıfatsız zuhurdan hangisi namaz dışında hâsıl olursa ve namazın hakîkatından
birşey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, akisden ve sûretten meydana
gelmiştir. Belki de, vehim ve hayâlden başka birşey değildir. Namazın hakikatını
anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki bu dünyadan çıkıp âhiret hayatına
girer ve âhirete mahsûs olan ni'metlerden bir şeylere kavuşur. Araya akis, hayâl
karışmaksızın, asıldan haz ve pay alır. Çünkü, dünyadaki bütün kemalât, ni'metler,
zılden, sûret ve görünüşten hâsıl olmaktadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca
asıldan hasıl olmak, âhirete mahsûsdur. Dünyada asıldan alabilmek için mi'râc
lâzımdır. Bu mi'râc, mü'minin namazıdır. Bu ni'met, yalnız bu ümmete mahsûstur.
Peygamberlerine tâbi olmak sâyesinde buna kavuşurlar. Çünkü bunların Peygamberi
"sallallahü aleyhi ve sellem", Mi'râc gecesi dünyadan çıkıp, âhirete
gitti. Cennete girdi ve rü'yet saâdeti, ni'meti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen
o büyük Peygambere "sallallahü aleyhi ve sellem" bizim tarafımızdan
Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de, "alâ
nebiyyîna ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" hayırlar, iyilikler ver ki, onlar
insanları seni tanımağa ve rızâna kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir.
Tasavvuf yolunda bulunanların bir çoğu, kendilerine namazın hakîkati bildirilmediği
ve ona mahsus kemâlât tanıtılmadığı için, dertlerinin ilâcını başka şeylerde aradı.
Maksatlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. Hattâ bunlardan ba'zısı, namazı,
bu yolun dışında, maksatla ilgisiz sandı. Orucu namazdan üstün bildi. Namazın
hakîkatını anlayamıyanlardan bir çoğu da, ızdırablarını teskîn ve rûhlarını ferahlandırmayı,
sima' ve nağmede ya'nî mûsikîde, vecde gelmekte, kendinden geçmekte aradı. Maksadı,
ma'şûku, mûsikî perdelerinin arkasında sandı. Bunun için raksa, dansa sarıldılar.
Hâlbuki (Allahü teâlâ harâmda şifâ te'siri yaratmamıştır) hadîs-i şerîfini işitmişlerdi.
Evet, boğulmak üzere olan bir acemi yüzücü, her ota da sarılır. Birşeyin aşkı,
âşık olanı sağır ve kör eder. Bunlara eğer namazın kemâlâtından birşey tattırılmış
olsaydı, sima' ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeyi hatırlarına bile getirmezlerdi.
Ey kardeşim! Namaz ile mûsikî arasında ne kadar uzaklık varsa, namazdan hâsıl
olan kemâlât ile mûsikîden hâsıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzaktır.
Aklı olan, bu kadar işâretten çok şey anlar.
İbâdetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, Allahü teâlânın en
büyük ni'metlerindendir. Hele namazın tadını duymak, nihâyete yetişmiyenlere nasib
olmaz. Hele farz namazların tadını almak, ancak onlara mahsûstur. Çünkü nihâyete
yaklaşanlara, nâfile namazların tadını tattırırlar. Nihâyette ise yalnız farz
namazların tadı duyulur. Nâfile namazlar zevksiz olup, farzların kılınması büyük
kâr, kazanç bilinir.
[Nâfile namaz, farz ve vâcibden ziyâde, başka namazlar demektir. Beş vakit namazın
sünnetleri ve diğer vâcib olmıyan namazlar, hep nâfiledir. Müekked olan ve olmıyan,
bütün sünnetler nâfiledir.]
Namazların hepsinde hâsıl olan lezzetten, nefse bir pay yoktur. İnsan bu tadı
duyarken, nefsi inlemekte, feryât etmektedir. Yâ Rabbî! Bu ne büyük rütbedir!
Bizim gibi, rûhları hasta olanların bu sözleri duyması da büyük ni'met, hakîkî
seâdettir.
İyi biliniz ki, dünyâda namazın rütbesi, derecesi, âhirette Allahü teâlâyı görmenin
yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya en yakın bulunduğu zaman, namaz
kıldığı zamandır. Âhirette en yakın olduğu da, rü'yet, ya'nî Allahü teâlâyı gördüğü
zamandır. Dünyadaki bütün ibâdetler insanı namaz kılabilecek bir hâle getirmek
içindir. Asıl maksat, namaz kılmaktır. Se'âdet-i ebediyyeye ve sonsuz ni'metlere
kavuşmak ancak namaz kılmakla elde edilir. Namaz, bütün ibâdetlerden ve orucdan
kıymetlidir. Namaz vardır ki, kırık kalbleri zevkle doldurur. Namaz vardır ki,
günâhları yok eder. İnsanı kötülükden korur. Hadîs-i şerîfde, (Namaz, kalbimin
neş'esi ve sevinç kaynağıdır) buyuruldu. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet verir.
Namaz, rûhun gıdasıdır. Namaz, kalbin şifâsıdır. Namazda öyle an olur ki, ârifin
dili Mûsâ aleyhisselâma söyleyen, ağaç gibi olur.
NAMAZIN ESRÂRI
İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" (Mektûbât) kitâbının birinci cild, üçyüzdördüncü
mektûbunda buyuruyor ki:
Allahü teâlâya hamd ettikten ve Peygamberimize "sallallahü aleyhi ve sellem"
salevât getirdikten sonra, ebedî saâdete kavuşmanıza düâ ederim. Allahü teâlâ,
birçok âyet-i kerîmede, a'mâl-i sâliha işleyen mü'minlerin, Cennete gireceklerini
bildiriyor. Bu amel-i sâlihler nelerdir, iyi işlerin hepsi mi, yoksa bir kaçı
mı? Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. Birkaçı ise, acaba hangi
iyi işler isteniliyor? Nihâyet Allahü teâlâ lütf ederek şöyle bildirdi ki, a'mâl-i
sâliha, İslâmın beş rüknü, direğidir. İslâmın bu beş temelini, bir kimse hakkı
ile kusursuz yaparsa, Cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar, aslında
sâlih işler olup, insanı günâhlardan ve çirkin şeyleri yapmaktan korur. Nitekim,
Kur'ân-ı kerîmde, Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Kusursuz kılınan
bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır. Bir insana,
İslâmın beş şartını yerine getirmek nasib olursa, ni'metlerin şükrünü yapmış olur.
Çünkü kendisi, Nisâ sûresi, yüzkırkaltıncı âyetinde meâlen, (Îmân eder ve şükr
ederseniz, azâb yapmam) buyuruyor. O halde, İslâmın beş şartını yerine getirmeğe,
can-ü gönülden çalışmalıdır.
Bu beş şarttan en mühimi, namazdır ki, dînin direğidir. Namazın edeblerinden bir
edebi kaçırmıyarak kılmağa gayret etmelidir. Namaz tamam kılınabildi ise, İslâmın
esas ve büyük temeli kurulmuş olur. Cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış
olur. Allahü teâlâ, hepimize, doğru namaz kılmak nasîb etsin!
Namaza dururken, (Allahü Ekber) demek, (Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine
muhtâc olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihtiyâcı olmadığını, insanların namazlarının,
ona faydası olmıyacağını) bildirmektedir. Namaz içindeki tekbîrler ise, (Allahü
teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmağa, liyakat ve gücümüz olmadığını) gösterir.
Rükû'daki tesbîhlerde de bu ma'na bulunduğu için, rükû'dan sonra, tekbîr emr olunmadı.
Halbuki secde tesbîhlerinden sonra emr olundu. Çünkü secde tevâzu' ve aşağılığın
en ziyâdesi ve zillet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkıyla,
tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için, secdelerde yatıp kalkarken,
tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbîhlerinde (a'lâ) demek emr olundu.
Namaz mü'minin mîracı olduğu için, namazın sonunda Peygamber Efendimizin "sallallahü
aleyhi ve sellem" mi'râc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri, ya'nî
Ettehıyyâtü yü okumak emr olundu. O halde namaz kılan bir kimse, namazı kendine
mi'râc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namazda aramalıdır.
Peygamberimiz "aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm" buyurdu ki, (İnsanın,
Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır). Namaz kılan bir kimse,
Rabbi ile konuşmakta, Ona yalvarmakta ve Onun büyüklüğünü ve Ondan başka herşeyin,
hiç olduğunu görmektedir. Bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından,
teselli ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki defa selâm vermesi emr buyuruldu.
Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bir hadîs-i şerîfte, (Farz
namazdan sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emr etmiştir.
Bunun sebebi, namazdaki kusûrlar tesbîh ile örtülür. Lâyık olan, tam ibâdet yapılamadığı
bildirilir. (Tahmîd) ile, namaz kılmakla şereflenmenin, Onun yardımı ve erişdirmesi
ile olduğu bilinerek, bu büyük ni'mete şükür edilir, hamd edilir. (Tekbîr) ederek
de, Ondan başka ibâdete lâyık kimse olmadığı bildirilir. Namaz, şartlarına ve
edeblerine uygun olarak kılınıp ve yapılan kusûrlar da böylece örtülüp, namazı
nasîb ettiğine de şükür edip, ibâdete başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden
temiz ve hâlis olarak, kelime-i tevhîd ile, bildirilince, bu namaz kabûl olunabilir.
Bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. Yâ Rabbî! Peygamberlerinin
en üstünü hürmeti için "aleyhi ve alâ âlihimüssalevâtü vetteslîmât"
bizleri namaz kılan ve kurtulan, mes'ûd kullarından eyle! Âmîn.
NEMÂZDAN SONRA DÜÂ
Elhamdülillahi Rabbil'âlemîn. Essalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve Âlihî
ve Sahbihî ecma'în. Yâ Rabbî! Kıldığım nemâzı kabûl eyle! Âhir ve âkıbetimi hayr
eyle. Son nefesimde Kelime-i tevhîd söylememi nasîb eyle. Ölmüşlerimi afv ve magfiret
eyle. Allahümmagfir verham ve ente hayrürrâhimîn. Teveffenî müslimen ve elhıknî
bissâlihîn. Allahümmagfir-lî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lilmü'minîne vel
mü'minât yevme yekûmül hisâb. Yâ Rabbî! Beni şeytân şerrinden ve düşman şerrinden
ve nefs-i emmârem şerrinden muhâfaza eyle! Evimize iyilikler, halâl ve hayrlı
rızklar ihsân eyle! Ehl-i islâma selâmet ihsân eyle! A'dây-ı müslimîni kahr ve
perîşân eyle! Kâfirlerle cihâd etmekde olan müslimânlara imdâd-i ilâhiyyen ile
imdâd eyle! Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül'afve fa'fü annî. Yâ Rabbî!
Hastalarımıza şifâ, dertli olanlarımıza devâ ihsân eyle! Allâhümme innî es'elükessıhhate
vel-âfiyete vel-emânete ve hüs-nelhulkı verrıdâe bilkaderi bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn.
Anama, babama ve evlâdlarıma ve akrâba ve ahbâbıma ve bütün din kardeşlerime hayrlı
ömürler ve hüsn-i hulk, akl-ı selîm ve sıhhat ve âfiyet, rüşdü hidâyet ve istikâmet
ihsân eyle yâ Rabbî! Âmîn. Velhamdü-lillâhi rabbil'âlemîn. Allahümme salli ala...,
Allahümme bârik alâ..., Allahümme Rabbenâ âtinâ... Velhamdü lillâhi Rabbil'âlemîn.
Estagfirullah, estagfirullah, estagfirullah, estagfirullahel'azîm elkerîm ellezî
lâ-ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh.
AÇIKLAMA: (Düânın makbûl olması için, şartlar):
1- Müslimân olmak.
2- Ehl-i sünnet i'tikâdında olmak. Bunun için, dört mezhebden birini taklîd etmek
lâzımdır.
3- Farzları yapmak. Kazâya kalmış nemâzları, geceleri de ve sünnetler yerine de
kazâ ederek, bir ân önce ödemelidir.
Farz nemâzı kazâya kalan kimsenin, sünnet ve nâfile nemâzları ve düâları kabûl
olmaz. Ya'nî, sahîh olsa da sevâb verilmez. Şeytân, müslimânları aldatmak için,
farzları ehemmiyyetsiz gösterip, sünnet ve nâfileleri yapmağa sevk eder. Nemâzı
vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kılmalıdır.
4- Harâmdan sakınmalıdır. Halâl yiyenin düâsı makbûldür.
5- Evliyâ-yı kirâmdan birini vesîle ederek, düâ etmelidir. Hindistân âlimlerinden
Muhammed bin Ahmed Zâhid, (Tergîb-üs-salât) kitâbının elli-dördüncü faslında,
fârisî olarak diyor ki, (hadîs-i şerîfde (Düânın kabûl olması için, iki şey lâzımdır:
Birincisi, düâyı ihlâs ile yapmalıdır. İkincisi, yidiği ve giyd iği halâldan olmalıdır.
Mü'minin odasında, harâmdan bir iplik varsa, bu odada yapdığı düâsı, hiç kabûl
olmaz) buyuruldu.) İhlâs, Allahü teâlâdan başka, hiçbirşey düşünmeyip, yalnız
Allahü teâlâdan istemekdir. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri
gibi îmân etmek ve şerî'ate uymak, bilhâssa üzerinde kul hakkı bulunmamak ve beş
vakt nemâzı kılmak lâzımdır.
TECDÎD-İ ÎMÂN DÜÂSI
Yâ Rabbî! Hîn-i bülûgumdan bu âna gelinceye kadar, islâm düşmanlarına ve bid'at
ehline aldanarak, edindiğim yanlış, bozuk i'tikâdlarıma ve bid'at, fısk olan söylediklerime,
dinlediklerime, gördüklerime ve işlediklerime nâdim oldum, pişmân oldum, bir dahâ
böyle yanlış inanmamağa ve yapmamağa azm, cezm ve kasd eyledim. Peygamberlerin
evveli Âdem aleyhisselâm ve âhiri bizim sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır.
Bu iki Peygambere ve ikisi arasında gelmiş geçmiş Peygamberlerin cümlesine îmân
etdim. Hepsi hakdır, sâdıkdır. Bildirdikleri doğrudur. Âmentü billah ve bi-mâ
câe min indillah, alâ murâdillah, ve âmentü bi-Resûlillah ve bi-mâ câe min indi
Resûlillah alâ murâd-i Resûlillah, âmentü billâhi ve Melâiketihi ve kütübihi ve
Rüsülihi velyevmil-âhiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ vel-ba'sü
ba'delmevti hakkun eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu
ve resûlüh.
NAMAZIN HİKMETLERİ (Namaz ve Sağlığımız)
Müslüman, namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emrlerinde
birçok hikmet, fayda vardır. Yasaklarında da birçok zararların olduğu muhakkaktır.
Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün tıp mütehassıslarınca tesbit edilmiş durumdadır.
İslâmiyyetin sağlığa verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dînimiz,
ibâdetlerin en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emr etmiştir.
Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur. Namazın sağlık yönünden
sağladığı faydalardan bazıları şunlardır:
1- Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün muhtelif
saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.
2- Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla
kan ulaşır. Bu
yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına,
namaz kılanlarda
çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta
"demans senil"
denilen bunama hastalığına uğramazlar.
3- Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli
kan deveranına mâlik olur. Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün
ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü "katarakt"
veya "karasu" hastalığından korur.
4- Namaz kılmakdaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına,
safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına,
pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde
de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte
taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olmaktadır.
5- Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamıyan
adale ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını
ve adale tutulmalarını önler.
6- Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lâzımdır. Abdest ve gusül, hem maddi,
hem de manevî bir temizliktir. İşte namaz, temizliğin tâ kendisidir. Zirâ hem
bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namaz olmaz. Abdest ve gusül bedenî temizliği
sağlar. İbâdet görevini yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş
olur.
7- Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri çok mühimdir.
Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun
vakitlerdir.
8- Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hattâ vücûtta biriken statik (durgun)
elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe
kavuşur.
Namazın bu faydalarına kavuşmak için, namazı vaktinde kılmakla birlikte, temizliğe,
çok yimemeğe ve yinilen gıdaların temiz, helâl olmasına da dikkat edilmesi de
lâzımdır.
Kimseye bâkî değildir, mülkü dünyâ, sim ve zer,
bir harâb olmuş gönül ta'mir etmekdir hüner!
(ÖNCEKİ SAYFA)
(SONRAKİ SAYFA)