2- NECÂSETTEN TAHÂRET
Bedende, elbisede ve namaz kılacak yerde necâset, pislik bulunmamaktır. Baş
örtüsü, başlık, sarık, mest ve na'lın da elbiseden sayılır. Boyuna sarılı atkının
sarkan kısmı, namaz kılan ile birlikte hareket ettiği için elbise sayılır ve
burası temiz olmazsa, namaz kabûl olmaz. Yaygının, bastığı ve başını koyduğu
yeri temiz olunca, başka yerinde necâset bulunursa, namaz kabul olunur. Çünkü
yaygı atkı gibi bedene bitişik değildir. Fakat kapalı şişe içinde, idrar taşıyanın
namazı câiz olmaz. Çünkü, şişe bevlin meydana geldiği yer değildir. [Bundan
anlaşılıyor ki cebinde kapalı kolonya, ispirto, tentürdiyot şişesi veya kapalı
kutudaki kanlı mendil, necs bez varken namaz kılmak câiz değildir.] İki ayağın
bastığı ve secde ettiği yerin temiz olması lâzımdır. Necâset üstüne örtülü bez,
cam, naylon üstünde namaz kabûl olur. Secdede etekleri kuru necâsete değerse,
zararı olmaz.
Deride, elbisede namaz kılınan yerde, (dirhem miktârı) veya daha çok kaba necâset
yok ise, namaz kabûl olur ise de, dirhem miktarı bulunursa, tahrîmen mekrûh
olur ve yıkamak vâcib olur. Dirhemden çok ise, yıkamak farz olur. Az ise sünnettir.
Şarabın damlasını da yıkamak farzdır. İmâmeyne göre ve diğer üç mezhebde kaba
necâsetlerin hepsinin zerresini bile yıkamak farzdır. Necâset miktarı, bulaştığı
zaman değil, namaza dururken olan miktarıdır.
Dirhem miktarı, katı necâsetlerde, bir miskal, ya'nî dört gram ve seksen santigram
ağırlıkdır. Akıcı necâsetlerde, açık el ayasındaki suyun yüzü genişliği kadar
yüzeydir. Bir miskalden az olan katı necâset elbisenin, avuç içinden daha geniş
yüzüne yayılınca namaza mâni olmuyor.
Necâset iki türlüdür:
1- Kaba Necâset:
İnsandan çıkınca abdest veya gusle sebeb olan herşey, eti yenmiyen hayvanların,
(yarasa hariç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği
ve bevli, insanın ve bütün hayvanların kanı ve şarap, leş, domuz eti ve kümes
hayvanlarının pisliği ve yük hayvanlarının, koyun ve keçinin necâsetleri, galiz,
ya'nî kabadır.
2- Hafif Necâset:
Hafif olan necâsetlerden, bir uzva ve elbisenin bir kısmına bulaşınca, bu kısım
veya uzvun dörtte biri kadarı namaza zarar vermez. Eti yenen dört ayaklı hayvanların
bevli ve eti yenmiyen kuşların pisliği hafiftir. Güvercin, serçe ve benzerleri
gibi eti yenen kuşların pisliği temizdir.
Şarabın, imbiklenmesi ile elde edilen rakı ve ispirto kaba necâset olup, içilmesi
şarap gibi haramdır. Namaz kılarken, kan, ispirto ve alkollü içkiler, elbiseden
ve deriden yıkanıp temizlenmelidir. Uçmakla temiz olmaz. Bunları hâvi şişe ve
sâire cepten çıkarılmalıdır.
Necâset, her temiz su ile, abdest ve gusül alınmış su ile, sirke ve gül suyu
gibi akıcı mâyilerle temizlenir. Abdestte, gusülde kullanılan suya (müsta'mel
su) denir. Bu su temizdir. Fakat hadesi temizleyici değildir. Bununla necâset
temizlenir. Fakat, abdest alınmaz ve gusül edilmez.
İSTİNCA:
Önden ve arkadan necâset çıkınca, bu yerleri temizlemeğe denir. İstincâ, ya'nî
tahâretlenmek, sünnet-i müekkededir. Ya'nî halâda abdest bozulduktan sonra erkek
ve kadının, taş ile veya su ile, önünü ve arkasını temizliyerek idrar ve pislik
bırakılmaması sünnettir. Fakat, başkasının yanında avret yerini açmadan su ile
istincâ yapamıyacaksa, pislik fazla olsa bile, su ile istincâden vaz geçer.
Avret yerini açmaz. Namazı öyle kılar. Açarsa fâsık olur. Haram işlemiş olur.
Tenha bir yer bulunca su ile istincâ yapar ve namazı iâde eder. Çünkü, bir emri
yapmak, bir haramı işlemesine sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk
edilir, yapılmaz.
Kemik, taâm, gübre, tuğla, saksı ve cam parçaları, kömür, hayvan yemi ve başkasının
malı ile ve muhterem, ya'nî para eder şeyler, meselâ ipek ile, câmiden atılan
şeylerle, zemzem suyu ile, yaprak ile, kâğıt ile istincâ tahrîmen mekrûhtur.
Boş kâğıda da saygı lâzımdır. Muhterem olmayan isimler, dine yaramıyan yazılar
bulunan kâğıtlar ve gazete ile istincâ câizdir. Fakat İslâm harfleri ile yazılmış
hiç bir kâğıtla istincâ edilmez. Önü ve arkayı kıbleye dönerek ve ayakta ve
özürsüz çıplak abdest bozmak mekrûhtur. İdrâr toplanan yerde, gusül câiz değildir.
Fakat, bevl akar gider, toplanmazsa, bunlar câiz olur. İstincada kullanılan
su necis olur. Elbiseye sıçratmamalıdır. Bunun için istinca yaparken, avret
yerini açmak, tenhâ yerde yapmak lâzımdır. Musluk başında, elini donunun içine
sokup, idrâr yerini avuçtaki suya sürerek yıkamakla istinca olmaz. İdrâr damlası
bulaşınca, avuçtaki su necis olur ve damladığı çamaşır pis olur. Bu suyun damladığı
yerlerin toplamı avuç içinden fazla olursa, namaz kabûl olmaz.
İSTİBRÂ:
Erkeklerin yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak (İstibrâ) etmesi, ya'nî
idrâr yolunda damlalar bırakmaması vâcibdir. İdrâr damlası kalmadığına kanâat
gelmeden abdest almamalıdır. Bir damla sızarsa, hem abdest bozulur, hem de elbise
kirlenir. Çamaşıra avuç içinden az sızarsa, abdest alıp kıldığı namaz mekrûh
olur. Çok sızarsa, namaz kabûl olmaz. İstibrâda güçlük çekenler, arpa kadar
nebâtî pamuk fitili idrâr deliğine koymalıdır. Sızan idrarı pamuk emer. Yalnız
pamuğun ucunun dışarda kalmaması lâzımdır.
3- SETR-İ AVRET
(Avret Mahalli ve Kadınların Örtünmeleri)
Bir kimsenin açması, başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram olan yerlerine
(Avret mahalli) denir. Erkeklerin avret mahalli göbekten, diz altına kadardır.
Diz avrettir. Buraları açık iken kılınan namaz kabûl olmaz. Namaz kılarken vücûdun
diğer kısımlarını (kolları, başı) örtmek, (çorap giymek) erkeklere sünnettir.
Buraları açık namaz kılmaları mekrûhtur. Kadınların avuç içlerinden ve yüzlerinden
başka her yerleri ellerinin üstü, saçları ve ayakları dört mezhebde de avrettir.
Bunun için kadınlara (Avret) denilmiştir. Buralarını örtmesi farzdır. Avret
uzuvlarından herhangi birinin dörtte birisi, bir rükn açık kalırsa, namaz bozulur.
Azı açılırsa bozulmaz. Namazı mekrûh olur. İnce olup, içindeki uzvun şekli veya
rengi görünen kumaş, yok demektir.
Kadınların, namaz dışında, yalnız iken, diz ve göbek arasını örtmesi farz olup,
sırtını ve karnını örtmesi vâcib, başka yerlerini örtmesi edebdir.
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyuruyor ki: (Yabancı kadına
şehvetle bakan bir kimsenin gözleri ateşle doldurulup, Cehenneme sokulacaktır.
Yabancı kadın ile toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, Cehenneme atılacaktır.
Yabancı kadın ile lüzumsuz yere şehvetle konuşanlar, her kelimesi için bin sene
Cehennemde kalacaktır.) Diğer bir hadîs-i şerîfde ise: (Komşu kadına ve arkadaşlarının
kadınlarına şehvetle bakmak, yabancı kadınlara bakmaktan on kat daha günâhtır.
Evli kadınlara bakmak, kızlara bakmaktan bin kat daha çok günâhtır. Zinâ günâhları
da böyledir) buyurdu. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu
ki: (Yâ Alî! Uyluğunu açma ve ölü veyâ diri, hiç kimsenin uyluk yerine bakma!)
Diğer bir hadîs-i şerîfde; (Avret yerlerinizi açmayınız. Çünki yanınızdan hiç
ayrılmayan kimseler vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz) [Bunlar,
Hafaza melekleridir.] buyuruldu.
Yine hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Avret yerlerini ört. Zevcenden ve câriyenden
başkasına gösterme. Yalnız iken de Allahü teâlâdan hayâ ediniz!)
(Kendilerini kadınlara benzeten erkeklere ve erkeklere benzeten kadınlara Allah
la'net eylesin!)
(Bir kızın güzelliğini gören kimse, gözünü ondan hemen ayırırsa, Allahü teâlâ
yeni bir ibâdet sevâbı ihsân eder ki, bu ibâdetin lezzetini hemen duyar.)
(Avret yerlerini açan ve başkasının avret mahallerine bakana, Allah la'net eylesin!)
(Kendini bir kavme benzeten, onlardan olur). Demek ki, ahlâkını, işlerini veyâ
elbiselerini başkalarına benzeten onlardan olur. Modaya, kâfirlerin âdetlerine
uyanlar, haramlara güzel san'at ismini takanlar ve haram işliyenlere san'atkâr
diyenler, bu hadîs-i şerîflerden ibret almalı, korkmalı, uyanmalıdırlar.
Erkek erkeğin ve kadın kadının avret yerlerine de bakmamalıdır. Görülüyor ki,
erkeklerin kadınlara ve kadınların, erkeklerin avret yerlerine bakmaları harâm
olduğu gibi, erkeklerin erkeğin avret yerine ve kadınların kadının avret yerine
bakmaları da haramdır. Erkeğin erkek için ve kadın için avret mahalli, diz ile
göbek arasıdır. Kadının kadın için avret mahalli de böyledir. Kadının yabancı
erkek için avret mahalli ise, ellerinden ve yüzünden başka bütün bedenidir.
Yabancı kadının avret yerine şehvetsiz de bakmak harâmdır.
Yorgan altında çıplak yatan bir hasta, başı yorgan içinde iken, imâ ile namaz
kılınca, çıplak kılmış olur. Başını yorgandan çıkarıp kılarsa, yorganla örtülü
kılmış olup, câiz olur.
Bir erkek, nikâhla alması ebedî haram olan, on sekiz kadının, başına, yüzüne,
gerdanına, kollarına, dizden aşağı bacağına, şehvetten emin ise bakabilir. Bu
kimse göğüslerine, koltuklarına, uyluklarına, dizlerine ve sırtına bakamaz.
Bir kadın için, amca, hala, teyze ve dayı çocukları da yabancı erkek gibidir.
Enişte, kayın birâderi de yabancı erkekdir. Bunlarla konuşması, şakalaşması
ve bir yerde bulunması haramdır. Erkeklerin de amca, hala, teyze ve dayı kızları
baldız ve yenge ile konuşmaları haramdır.
Bir erkek, onsekiz kadın ile ölünceye kadar evlenemez. Bunlarla konuşabilir.
Yalnız olarak bir yerde bulunabilir. Kadın da, onsekiz erkek ile evlenemez.
Bu onsekiz erkek ve kadın şunlardır:
Neseb (Soy) ile Akraba Olanlar:
Erkekler Kadınlar
1- Baba. 1- Anne.
2- Babasının ve annesinin babası. 2- Annesinin ve babasının annesi.
3- Oğlu, oğlunun oğlu. 3- Kızı, kızının kızı.
4- Erkek kardeşi. 4- Kız kardeşi.
5- Erkek kardeşinin oğlu. 5- Kız kardeşinin kızı.
6- Kız kardeşinin oğlu. 6- Erkek kardeşinin kızı.
7- Amca ve dayı. 7- Hala ve teyze.
Süt ile akraba olanlar:
Erkekler Kadınlar
8- Süt baba. 8- Süt anne.
9- Süt babasının ve annesinin babaları. 9- Süt annesinin ve babalarının anneleri.
10- Süt oğlu. 10- Süt kızı.
11- Süt erkek kardeşi. 11- Süt kız kardeşi.
12- Süt kız kardeşinin oğlu. 12- Süt kız kardeşinin kızı.
13- Süt erkek kardeşinin oğlu. 13- Süt erkek kardeşinin kızı.
14- Süt amca ve dayı. 14- Süt hala ve teyze.
Sıhrıyet (Evlilik) ile Akraba Olanlar:
Erkekler Kadınlar
15- Kayın baba. 15- Kaynana.
16- Üvey oğlu. 16- Üvey kızı.
17- Üvey baba. 17- Üvey anne.
18- Damat. 18- Gelin.
4- İSTİKBAL-İ KIBLE
(Kıbleye dönmek)
Namazı Kâbeye karşı kılmakdır. Mekke-i Mükerreme şehrinde bulunan Kâ'be binasının
istikâmetine (Kıble) denir. Kıble önce (Kudüs) idi. Hicretden onyedi ay sonra
Şa'bân ayının ortasında salı günü, Kâ'beye dönülmesi emir olundu.
Kıble, Kâ'benin binâsı değil, arsasıdır. Ya'nî yerden arsa kadar, o boşluk kıbledir.
Bunun için deniz ve kuyu diplerinde, yüksek dağlarda ve uçaklarda bu cihete
doğru namaz kılınır. Göz sinirlerinin çapraz istikameti arasındaki açıklık kıbleye
Kâ'beye rastlarsa, namaz kabûl olur.
Fakat:
1- Hastalık sebebi,
2- Malın çalınmak tehlikesi,
3- Yırtıcı hayvan tehlikesi,
4- Düşman görme tehlikesi,
5- Hayvanından inince, tekrar yardımsız binemeyecekse, iki namazı [öğle ile
ikindiyi ve akşam ile yatsıyı] cem' ederek de kılamazsa, namazını gücü yettiği
tarafa doğru yönelerek kılar.
Vapurda, trende ve uçaklarda kıbleye dönmek şarttır.
5- NAMÂZ VAKTLERİ
Resûl-i ekrem "sallallahü aleyhi ve sellem" bir hadîs-i şerîfde buyurdular
ki, (Cebrâil aleyhisselâm Kâ'be kapısı yanında iki gün bana imâm oldu. İkimiz,
fecr doğarken sabâh namazını, güneş tepeden ayrılırken öğleyi, herşeyin gölgesi
kendi boyu olunc a ikindiyi, güneş batarken [üst kenârı gayb olunca] akşamı
ve şafak kararınca yatsıyı kıldık. İkinci günü de, sabâh namazını, hava aydınlanınca,
öğleyi, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki katı olunca, ikindiyi bundan hemen
sonra, akşamı oruc bozulduğ u zaman, yatsıyı gecenin üçde biri olunca kıldık.
Sonra yâ Muhammed! Senin ve geçmiş Peygamberlerin namaz vakitleri budur. Ümmetin,
beş vakt namazın herbirini, bu kıldığımız iki vaktin arasında kılsınlar dedi).
Hergün kılınması emr olunan namaz sayısının beş olduğu buradan da anlaşılmaktadır.
Sabah Namazı Vakti: Fecrin doğmasından, ya'nî şarkta
beyazlık başlamasından itibaren, güneş doğuncaya kadardır.
Öğle Namazı Vakti: Gölgeler kısalıp, uzamağa başladığı
zamandan itibaren başlar ve gölge bir misli veya iki misli uzayıncaya kadar
devam eder. Birincisi iki imâma, ya'nî İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede
göre, ikincisi ise, İmâm-ı a'zam Ebû Hanifeye "rahmetullahi aleyhim"
göredir.
İkindi Namazı Vakti: Öğle vakti bitince başlar. Bu
da:
1- İmâm-ı Ebû Yûsüf ve İmâm-ı Muhammed'e göre, gölge kendisini meydana getiren
cisim kadar uzarsa, başlar ve güneş kayboluncaya kadar devam eder.
2- İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfeye göre ise; gölge kendisini meydana getiren cismin
iki misli olunca başlar, güneş kayboluncaya kadar devam eder.
Fakat, güneş sarardıktan sonra ya'nî ufuk hattına bir mızrak boyu yaklaşınca,
her namazı kılmak harâmdır. Ya'nî ikindi namazını bu kadar geciktirmek harâmdır.
Fakat, ikindi namazını kılmamış ise, güneş batıncaya kadar da kılmak lâzımdır.
Akşam Namazı Vakti: Güneş kaybolduktan sonra başlayıp,
şafak kararıncaya kadar, ya'nî kırmızılık kayboluncaya kadar devam eder.
Yatsı Namazı Vakti: Akşam namazı vaktinin çıkmasından
itibaren, fecrin ağarmasına kadar devam eder. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfeye "rahmetullahi
aleyh" göre, yatsının vakti, gökteki beyazlık kaybolunca başlar. Nitekim
ikindi vaktinde böyle geçmişti. Ya'nî iki imâma göre yatsı vakti olduktan sonra,
en az yarım saat daha bekleyip yatsıyı kılarsa, bütün imâmlara göre kılmış olur.
Yatsı namazını özürsüz, şer'î gecenin yarısından sonraya bırakmak mekruhtur.
Namazları vakitlerinden önce ve sonra kılmak harâmdır. Büyük günâhdır. Türkiye
gazetesinin hâzırlamış olduğu duvar takvîmlerinde, namaz ve imsâk vakitleri
doğru olarak bildirilmişdir. Namaz kılması tahrîmen mekrûh, ya'nî harâm olan
vakitler üçtür. Bu üç vakitte başlanan farzlar sahîh olmaz. Güneş doğarken,
batarken, gündüz ortasında ikendir. Bu üç vakitde, önceden hâzırlanmış cenâzenin
namazı, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Yalnız nâfile kılmak
mekrûh olan iki vakit vardır. Sabâh namazının farzını kıldıktan sonra, güneş
doğuncaya kadar. İkindi farzını kıldıkdan sonra, akşamın farzından önce nâfile
kılmak mekrûhdur.
AÇIKLAMA (Kutuplarda namaz ve oruç): Her
memleketin namaz vakti, o memleketin ekvatordan uzaklığı ve mevsimlere göre
değişir: 67 dereceden geçen kuzey kutup dairesinin kuzeyinde bulunan soğuk memleketlerde,
güneşin meyli çok olduğu zamanlarda, şafak kaybolmadan fecr başlar. Bunun için
Baltık Denizinin şimâl [kuzey] ucunda, yazın gece olmayıp, yatsı ve sabah namazlarının
vakti başlamaz. Hanefî mezhebinde vakit, namazın şartı değil, sebebidir. Sebep
bulunmazsa, namaz farz olmaz. O halde, böyle memleketlerde bulunan müslümanlara
bu iki namaz farz olmaz. Güney yarım kürede, her yer deniz olduğu için böyle
memleket yoktur.
Şa'bânın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyâda oruca başlamak
lâzım olur. Gündüz görülen hilâl gelecek gecenin hilâlidir. [Kutublara ve Aya
giden müslümanın da, seferî değilse, bu ayda gündüzleri oruc tutması lâzımdır.
Yirmidört sâattan dahâ uzun günlerde, oruca sâatle başlar ve sâatle bozar. Gündüzü
böyle uzun olmıyan bir şehirdeki müslümanların zamanına uyar. Eğer oruc tutmazsa,
gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder.]
EZÂN VE İKÂMET
Ezân, herkese bildirmek demektir. Beş vakit namaz ve kaza namazları için ve
Cum'a namazında hatibin karşısında, erkeklerin ezân okuması, sünnet-i müekkededir.
Kadınların ezân ve ikâmet okuması mekrûhdur. Ezân, başkasına vakti bildirmek
için, yüksekte okunur. Ezân okunurken, iki eli kaldırıp, birer parmağını iki
kulağın deliğine koymak müstehabdır. İkâmet okumak, ezândan daha efdaldir. Ezân
ve ikâmet, kıbleye karşı okunur. Okunurken konuşulmaz, selâma cevab verilmez.
Ezân ve ikâmet hangi hâllerde okunur?
1- Kırda, bostanda yalnız veya cemâat ile kazâ kılarken, erkeklerin ezânı ve
ikâmeti yüksek sesle okumaları sünnettir. Ezânı işiten insanlar, cinnîler, taşlar,
kıyâmet günü şâhit olacaktır. Birkaç kazâ namazını bir arada kılan, önce ezân
ve ikâmet okur. Sonraki kazâları kılarken, hepsine sâdece ikâmet okur. Sonraki
kazâlarda ezân okumasa da olur.
2- Evinde yalnız veya cemâatle vakit namazı kılan, ezân ve ikâmet okumaz. Çünkü
câmide okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmuş sayılır. Fakat okumaları efdâldir.
Mahalle câmiinde ve cemâati belli kimseler olan her câmide, vakit namazı, cemâatle
kılındıktan sonra, o câmide yalnız kılan kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Yollarda
bulunan veya imâmı ve müezzini bulunmayan ve cemâati belli kimseler olmayan
câmilerde, her gelen cemâatle tekrâr vakit namazı kılar. Her cemâat için ezân
ve ikâmet okunur. Böyle câmide yalnız kılan da ezân ve ikâmeti kendi işiteceği
kadar sesle okur.
3- Misafir olanlar, kendi aralarındaki cemâatle de, yalnız kılarken de ezân
ve ikâmet okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları varsa ezânı terk edebilir.
Seferî olan kimse bir evde yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi'de
okunan, onun namazı için sayılmaz. Seferî olanlardan bazısı, evde ezân okursa,
sonra kılanlar okumaz.
Akıllı çocuğun, a'mânın, veled-i zinânın, ezân okumasını bilen câhil köylünün
ezân okuması kerâhetsiz câizdir. Cünüp kimsenin ezân ve ikâmet okuması ve abdestsiz
ezân okumak ve kadının, fâsıkın, sarhoşun, akılsız çocuğun ezân okuması ve oturarak
ezân okumak tahrimen mekrûhdur. Bunların ezânları tekrar okunur. Ezânın sahih
olması için müezzin, müslüman ve akıllı olmalıdır.
Fâsık kimsenin, ezânı sahîh olmaması, ibâdetlerde bunun sözü kabûl edilmediği
içindir. Fâsıkın ezânı ile vaktin geldiğine inanılmaz. Bunun ezânı ile veya
verdiği bir işaret ile oruc bozulmaz. Ezâna ta'zîm ve hürmet edenler ve onu,
harflerini, kelimelerini değiştirmeden, bozmadan, teganni etmeden, minâreye
çıkıp, sünnete uygun okuyanlar, yüksek derecelere vâsıl olacaklardır.
Fakat ezân sünnete uygun okunmuyorsa, meselâ ba'zı kelimeleri değiştirilmiş,
terceme edilmişse ve ba'zı yerinde tegannî ederek okunuyorsa veya ezân sesi,
hoparlör denilen âletten geliyorsa, (Çünki hoparlörden çıkan ses, imâm veya
müezzinin sesi değildir. Bunların sesi elektrik ve mıknatıs haline dönüyor.
Bu elektrik ve mıknâtısın hasıl ettiği ses duyulur) bunu işiten, hiçbir parçasını
tekrar etmez.
AÇIKLAMA (Ezân Hoparlör ile Okunur mu?):
Minârelere konulan hoparlör, müezzin için bir tenbellik vasıtası olmuş, ezânın
karanlık odalarda oturarak ve sünnete uymıyarak okunmasına sebep olmuştur. Asırlarca,
göklere doğru uzanan mânevî süslerimiz minareler de, bu kötü bid'at yüzünden
birer hoparlör direği haline getirilmişlerdir. İslâm âlimleri fennin bulduklarını
hep iyi karşılamış, meselâ matbaanın kurulmasını teşvik etmişler, fâideli kitabların
basılarak ilmin yayılmasını istemişlerdir. Radyo ve hoparlörle, her yerde fâideli
yayınlar yapılması da, islâmiyyetin beğendiği ve fâideleneceği bir buluş olduğu
şüphesizdir. Fakat müslümanları ezânın tatlı sesinden mahrum bırakarak, ibâdetleri
hoparlörün tırmalayıcı sesi ile yapmak, zararlı olmaktadır. Hoparlörleri câmilere
koymak lüzumsuz bir israftır. Îmânlı kalblere, ilâhî te'sirler yapan sâlih mü'minlerin
sesleri yerine, âdetâ kilise çanı gibi zırlayan, bu âlet yok iken, minârelerde
okunan ezânlar ve câmilerdeki tekbîr sesleri, ecnebileri bile vecde getiriyordu.
Her mahallede okunan ezânları işiterek câmileri dolduran cemâat, Eshâb-ı Kirâm
zamanında olduğu gibi namazlarını huşû ile kılıyorlardı. Ezânın mü'minleri heyecana
getiren ilâhî te'siri, hoparlörün metalik sesleri ile kaybolmaktadır.
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" bir hadîs-i şerîfinde, "Her
kim ezân sesi işittiği zaman, müezzin ile beraber hafifçe okusa, her harfine
bin sevâb verilir, bin günâhı mahvolur" buyurdu.
Ezânı duyan kimse, Kur'ân-ı kerîm okuyor ise de, işittiğini yavaşça söylemesi
sünnettir.
(Hayye alâ) ları duyunca bunları söylemeyip, (lâ havle velâ kuvvete illâ billâh)
der. Ezândan sonra salevât getirilir. Sonra ezân düâsı okunur. İkinci (Eşhedü
enne Muhammeden Resûlullah) söyleyince, iki baş parmağının tırnaklarını öptükten
sonra, iki göz üzerine sürmek müstehabdır. İkâmetde böyle yapılmaz.
Ezânın Okunuşu
Allahü ekber 4 defa
Eşhedü en lâ ilâhe illallah 2 defa
Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah 2 defa
Hayye ales-salâh 2 defa
Hayye alel-felâh 2 defa
Allahü ekber 2 defa
Lâ ilâhe illallah 1 defa
Yalnız sabah ezânında, (Hayye alel-felâh)dan sonra iki kerre (Es-salâtü hayrun
mine'n-nevm) okunur.
Kâmette ise, (Hayye alel-felâh) dan sonra iki kerre (Kad kâme tis-salâtü) denir.
Ezân Düâları:
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki:
(Ezân okunurken şu duâyı okuyun:
"Ve ene eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîkeleh ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve resûlüh ve radîtü billâhî rabben ve bil-islâmi dînen ve
bi Muhammedin sallallahü aleyhi ve selleme resûlen nebiyyâ").
Yine bir hadîs-i şerîflerinde buyurdular ki, "Ey benim ümmetim. Ezân bitince
şu düâyı da okuyunuz." (Allahümme rabbe hâ zihid-dâvetit-tâmmeti ves-salâtil-kâimeti
âti Muhammedenil-vesîlete vel fadîlete ved-dereceter-refîate veb'ashü mekâmen
mahmûdenil-lezî ve'adtehü inneke lâ tuhlifül-mîâd).
Ezân Kelimelerinin Ma'nâları:
ALLAHÜ EKBER: Allahü teâlâ, büyüktür. Ona birşey lâzım değildir. Kullarının
ibâdetlerine de muhtaç olmaktan büyüktür. İbâdetlerin, Ona hiçbir fâidesi yoktur.
Bu mühim ma'nâyı zihinlerde iyi yerleştirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir.
EŞHEDÜ EN-LÂ İLÂHE İLLÂLLAH: Kibriyâsı, büyüklüğü ile kimsenin ibâdetine muhtaç
olmadığı halde, ibâdet olunmağa, Ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehâdet
eder, elbette inanırım. Hiçbir şey Ona benzemez.
EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÛLULLAH: Muhammed "aleyhi ve alâ âlihissalâtü
vesselâm"ın, Onun gönderdiği Peygamberi olduğuna, Onun istediği ibâdetlerin
yolunu bildiricisi olduğuna ve Allahü teâlâya ancak Onun bildirdiği, gösterdiği
ibâdetlerin yaraşır olduğuna şehâdet eder, inanırım.
HAYYE ALES-SALÂH, HAYYE ALEL-FELÂH: Mü'minleri felâha, seâdete, kurtuluşa sebep
olan namaza çağıran iki kelimedir.
ALLAHÜ EKBER: Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamaz. Herhangi bir kimsenin ibâdetinin
Ona lâyık, yakışır olmasından çok büyüktür, çok uzaktır.
Namazın şerefinin büyüklüğü Onu herkese, haber vermek için seçilmiş olan bu
kelimelerin büyüklüğünden anlaşılmalıdır.
6- NİYYET
İftitah tekbîri söylenirken niyyet edilir. Namaza niyyet etmek demek, ismini,
vaktini, kıbleyi, imâma uymağı kalbinden geçirmek demektir.
İftitah tekbîrinden sonra edilen niyyet, sahîh olmaz ve o namâz kabûl olmaz.
Farzlarda ve vâciblerde niyyet ederken, hangi farz ve hangi vâcib olduğunu bilmek
lâzımdır. Rek'at sayısına niyyet lâzım değildir. Sünneti kılarken, (Namaza)
niyyet etmek kâfidir. Cenaze namazına, (Allah için namaza, meyyit için düâya)
diye niyyet edilir.
İmâmın erkeklere imâm olmağa niyyet etmesi şart değildir. İmâm, hâzır olan cemâate
imâm oldum diye niyyet etmezse, cemâatle kılmak sevâbına kavuşamaz. İmâm olmağa
niyyet ederse, bu sevâba da kavuşur. İmâmın, (kadınlara imâm olmağa) niyyeti
lâzımdır.
İbâdetleri yaparken, yalnız ağız ile söylemeye niyyet denmez. Kalb ile niyyet
edilmezse, ibâdetler kabûl olmaz.
7- TAHRÎME TEKBİRİ
Namâza dururken, (Allahü ekber) demektir ki, farzdır. Başka kelime söylemekle
olmaz. Ba'zı âlimler, tahrîme tekbîrinin, namazın içinde olduğunu söylemişlerdir.
Bunlara göre, namazın şartları da, rüknleri de, altı olmakdadır.